GÖRÜNMEZ SİLAHIMIZ TAKİYYE…

Kavramlar incelenirken çoğu zaman dil bilgisinin derinliklerine dalınır, hangi kökten geldiği, kaç farklı manası olduğu gibi bilgiler sıralanır ve böylece o kavramla ilgili zihinlere bilgi yüklemesi yapılır. Bu elbette ki iyi bir yöntemdir, gereklidir, faydalıdır. Ama bazen bu kavramlar ele alınırken pratik yaşam gözardı edilir, bilgi yüklemesinin bilince dönüşmesi gerekliliği umursanmaz ve bahsi geçen kavramlar genel kültür bilgisinden öte bir anlam ifade etmez hale gelirler. Üstelik çok detaylı bir şekilde hece hece, harf harf irdelenen bu kavramlar, bir süre sonra sadece belli bir kesimin (ki çoğu zaman kendilerini kanaat önderi diye tanımlar bunlar) kendi arasındaki dialoglarında gündeme gelen ama diğer kesimlere zerre faydası olmayan, ne anlama geldiği dahi bilinmeyen, anlamak için alim(!) olmayı gerektiren, bu yüzden de alimlerin(!) ekmek kapısı haline gelen kavramlara dönüşürler ve halkla irtibatları kopar. Halkta, aşağılık kompleksi yaratma aracına dönüşen bu kavramlar, asli manalarını da kaybettikleri için aslında sözlüklere hapsolunurlar. Ve böylece yaratılış amaçlarının aksine kullanıldıklarından fayda yerine zarar vermeye başlarlar.
Bir çok kelime ve kavram yukarıdaki süreçten geçmiş, bu kavramlar üzerinden saraylar inşa edilip itibarlar elde edilmiş, insani sıfatlardan yoksun olanlar “ak”lanmış, gözlere perdeler çekilmiş, kulaklar mühürlenmiş ve suskunluk diyarının sessiz evleri rengarenk zillet ile boyanmıştır. Hakkı izah ve yayma amacı için yaratılmış olan diller, “uyanık” oldukları için ninni söyleyebilenler tarafından ele geçirildikleri andan itibaren batılın hakimiyeti adına ürünler ortaya konmaya başlanmış ve “uyanıklığın” ulaşılmaz bir zirve gibi telakki edildiği diyarlarda derin uykular tesis edilmiştir. Böylece hakla batıl hem karışmış hem de yer değiştirmiştir ki bu süreç bile hakkın lisanını kullananlar tarafından ortaya konmuş ve idare edilmiştir. Batılın tuzağına düşüp hakkı onlardan öğrenmeye çalışanlar için batıl hak, hak da batıl oluvermiştir birden ama bu değişim tahrif edilen kavramlar tarafından gayet acısız gerçekleştirilmiştir.
“Takiyye” kavramı da bu tahriften nasibini alan, hedefi izzeti korumak iken zilleti inşa etmeye yarar hale gelen, her türlü ihanetin hikmetini(!) tarif eden, şecaati öldürüp korkaklığı serbest bırakan, canı muhafazayı cananı savunmaya tercih ettiren, geçmişin gündeminde bugünün zulmünü öğüten ve elde ettiği un ile mazlum halkları beslemek adına zehirleyen, bilinçaltına saldırıp yüzeye çıkma ihtimali olan cesareti felç eden, dökülen kanları kızılcık şerbeti diye sunan, kan dökenleri itaat ehli diye tanıtan, alimlerin(!), mollaların (!), kanaat önderlerinin (!) ardına gizlendiği perde olan bir kavram haline gelmiştir ve ilk çıktığı an ile bugün geldiği nokta arasında fersah fersah mesafe bulunmaktadır. Az çok herkesin kelime anlamını bildiği ama mahiyetini ve manasını idrak edemediği bu kavram, düşmana korku salan bir kavram iken düşmanı rahatlatan ve ona nefes aldıran bir kavram haline geldiğinden tekrar asli mecrasına döndürülmeli, hak libası tekrar bu kavramın sırtına geçirilmelidir ki kendisi özgürleşince yerleştiği zihinleri de özgürleştirebilsin.
Ammar b. Yasir’in (r.a.) hem annesini hem de babasını İslam uğruna şehit verdikten sonra kendi canını daha uygun bir ortamda ve daha fazla İslam’a hizmet edecek bir savaşta feda edebilmesini sağlayan eyleminin ardından gündeme gelen ve Allah (c.c.) tarafından Nahl suresi 106. ayet ile desteklenen takiyye, bugün anlaşıldığı manada İslam’dan taviz verme aracı değil, gücü koruma ve uygun anda meydana sürme aracıdır. Nitekim Ammar’ın (r.a.) müşrikler tarafından şehit edilmesinin İslam’a katkısı olmayacakken, münafıkların karşısına çıkıp kendini feda edişi hak ile batılın birbirinden ayrılmasına vesile olmuştur. Yani faydasız bir ölümden canı koruyan takiyye, o canın asırlar boyu sürecek bir hizmete imza atmasını sağlamıştır ve ölüm işte o noktada hakka şahitlik edebilmiştir.
Hadislere bakıldığında “takiyyesi olmayanın dini olmaz” buyruğu hemen göze çarpmaktadır ki bu bile işgüzarlar tarafından üretilen boyun eğmenin felsefesi olarak sunulmuştur. Oysa İslam, hedefsiz, bilinçsiz, plansız, programsız, İmamsız bir mücadeleyi onaylamamaktadır. İslam kişinin kendi başına buyruk hareket edip kendi potansiyelini heba etmesini, cesaret adına bilinçsizce meydana çıkıp koca bir mücadeleyi deşifre etmesini veya o mücadelede kullanılabilecek güce darbe vurulmasına sebep olmasını hoş görmemektedir. Zamansız ve plansız çıkışlar ile ümmetin hedefinden sapması İslam’ın kabulleneceği bir durum değildir. Bu manada takiyye, plan, program dahilinde gücü muhafaza etme ve yeri geldiğinde kullanma silahıdır ki bu silahı sahiplenmeyenin koruyacak bir dini de olmayacaktır. Zira düşman, henüz güçlenmemiş İslam’ı türlü oyunlarla meydana çekip ortadan kaldırabilecektir. O halde cahilin cesareti, İslam’ın şecaati ile bağdaşmamaktadır. Takiyye, işte bu durumu düzenlemektedir.
Yine takiyye ile ilgili hadislere bakıldığında, o hadislerin tümünün mücadele ortamını tarif ettiğini ve mücadele alanında nasıl davranılması gerektiğini beyan ettikleri ortaya çıkacaktır. Yani savaş meydanında bulunanlar için geçerlidir takiyye. Bulundukları ortamdan rahatsız olmayan, var olan durumu kabullenen ve zulmün iktidarını meşru bilen zalimin sistemini benimseyip onun sarayını onurlandıran(!), dillerinden mücadeleye dair tek bir kelime dahi çıkmazken habire sudan sabundan uzak mevzularda vaaz verenlerin zaten takiyye ile işleri yoktur. Bunlar kendi zilletlerini takiyye örtüsü ile örtmeye çalışmışlardır hepsi bu. Zaten önderlik kaygısı taşıyanların takiyye adına İslam’ın özünün yok edilişine sessiz kalabileceklerine dair tek bir delil dahi yoktur. Resulullah (s.a.a.) ve İmamlar (a.s.) döneminde, bahsettiğimiz manada gücü korumak için takiyye yapanlar bu yüce şahsiyetlere itaat edenlerdir, bu şahsiyetlerin kendileri değil. İmamların (a.s.) hayatları, yeri ve zamanı geldiğinde ölümü göze alarak zulme karşı çıkışlarla doludur ki bugün İmamları (a.s.) anlatmayı tekellerine almak için çabalayanların aksine İmamlar (a.s.) asla zulmü onaylamamışlardır.
Bu konuda İmam Hamaney’in çok güzel bir izahı vardır. “Takiyye müminin siperidir” hadisi üzerinden mevzuyu izah eden İmam: “Siperi nerede kullanırlar? Siper savaş meydanında kullanılır ve çatışma esnasında işe yarar. Öyleyse takiyye çatışma zemininde mevcuttur; çünkü siperdir, kalkandır,sığınaktır. Takiyye etmemizin manası, düşmanımızın uğursuz gövdesine kılıç darbesi indirmektir. Ama bir şekilde ki, o, ne kılıcı, ne kılıcı tutan eli, ne kılıcın kalkmasını ve indirilmesini görsün ve anlasın. Sadece acısını hissetsin” buyurarak konu üzerindeki bütün sis bulutlarını dağıtmıştır.
Evet takiyye, mücahidin silahıdır. Onunla davasını korur, savaşını sürdürür, düşmana farketmediği yerde ve anda darbe vurur. Tıpkı radara yakalanmayan uçaklar, gemiler gibidir takiyye. Savaş için vardır. Mücadele meydanı için üretilmiştir. Silahların en etkili şekilde kullanılması için gerekli ortamı oluşturur. Takiyyede canı korumak aslında Hakk’ın hedefine ulaşmak için o canı gerekli yerde feda etmeye hazırlamaktır. Takiyye, gerekli yerde gerekli tepkiyi vermektir. “Doğruyu doğru zamanda konuşmaktır” ama asla yalanı kabullenmek değildir. Takiyye, ekini biçileceği zamana kadar büyütmektir. Tarlayı boş bırakmak değildir.
Öyleyse bizlere mücadeleyi öğretmek yerine kabullenmeyi telkin edenlerin, bugünü izah etmek yerine geçmişi dayatanların, açlıkla pençeleşenlerin dertlerine derman olacakları yerde sarayları süsleyenlerin, ümmeti sahiplenmeleri gerekirken düşmana gülümseyenlerin, Kerbelalar yaşanırken manasını bilmedikleri halde İmam Hasan’ın (a.s.) barışından dem vuranların, önder, alim vs. gibi ahkam kesip talebe gibi gizlenenlerin, zalime karşı lal olup mazluma dilleri sivrilenlerin amellerinin takiyye ile ilgisi yoktur. Çünkü bunlar asla mücadele meydanına çıkmamışlardır ki sipere ihtiyaç duysunlar. Bunların varlığı mücadeleyi ortadan kaldırmaya hizmet ettiği için zaten lüzumu ortadan kalkan takiyye de hiç oluşmamaktadır. İllaki bir takiyye varsa ortada o da bunların bu ümmete sızmak için tersinden kullandığıdır.
Son olarak beyan edelim ki bunlar bizim zihnimizdeki bilgilerin bilince dönüştüğü noktadan türeyen cümlelerdir. Eleştiriye ve katkıya açıktır. Ama İslam İnkılabı süreci bu mevzularla ilgilenen herkes için ayan beyan ortadadır. Hangi terim veya kavram olursa olsun hakikatini İslam İnkılabı ile yeniden bulduğundan, bütün bu kavramları elimizdeki bu mihenk taşına göre yeniden anlamlandırmalı ve hayatlarımıza tatbik etmeliyiz. Ki hak ile batıl birbirinden ayrılsın ve din Süreyya yıldızından hem kalbimize hem de yaşadığımız coğrafyaya inebilsin. Aksi takdirde diriltmek için inen din, öldürmeye hizmet edecek ve bizler ritüeller dininden İslam’a geçiş yapmayı başaramadan zillet ateşinden cehennem narına geçiş yapacağız.
siyasetmektebi.com