“GÖNLÜMÜZÜN” ARZUSU…

Kardeşlerimiz ideallerimizi ayakta tutabilmek için ve hedefimize ulaşmamızı sağlayabilmek için sürekli bir savaşın içerisindeyken, sürekli kayıplar verip gözyaşları dökerken, bir küçücük alana sıkıştıkları halde kendilerini savunmak ve “yurdumuzu” kurtarmak ve koruyabilmek için canlarından geçerken, bizlerin gününü gün etmesi “gönlümüze” ağır geliyor.
Her yandan kuşatılmış olmanın ağır yükünü bütün olumsuzluklara rağmen sırtlanan kardeşlerimizin, her an her yönden gelen tehditlere ve saldırılara göğüs gerebilmek için çırpındıklarını gördükçe yanıyor yüreğimiz, lokmalar düğümleniyor boğazımızda, ejder meyveli smoothieler bile fayda vermiyor, serinlemiyor ciğerlerimiz.
Yüzlerce yıllık sürgünün ve ezilmişliğin hesabını sormak için meydana koşan kardeşlerimizi gördükçe, ellerinde kutsal kitabımız, ağlayarak dua edişlerini izledikçe altın varaklı bardaklarımız, musluklarımız haz vermiyor ve yine altın varaklı koltuklarımız diken gibi batıyor bize, başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz süslemeli tavan ile başımızı eğdiğimizde gördüğümüz yerli milli üretimimiz paha biçilmez halılarımız yük olup biniyor sırtımıza.
Kardeşlerimiz yerin altında onca çaba ile evler inşa edip varlıklarını korumak için ellerinden geleni yaparken sayısını unuttuğumuz odalarımızın her biri daralıyor, sığamıyoruz içlerine. Zaten bu yüzden yenilerini inşa ediyoruz ya, neyse.
Artık yeter demek geliyor içimizden. Yeter demek istiyoruz bu zulme. Ümmeti İslam’ın sessiz kaldığı bu vahşete, dur demek istiyoruz, kardeşlerimizin yanında olduğumuzu haykırmak, onlara olan sevgimizi ilan etmek istiyoruz. Onlar için atan kalbimizden geçenleri alenen dile getirmek için çırpınıyoruz. Onlara olan sevgimizi alenen beli etmek istiyoruz.
Ama olmuyor. Siyaset ve yüklendiğimiz görev buna müsaade etmiyor. Sabretmemiz gerekiyor. Varlığımızı korumamamız ve ilm-i siyaset uygulayarak düşmanlarımızı aldatmamız gerekiyor ki asıl hedefimize, kutsal ülkümüze hep beraber ulaşalım. Hem kandırmamız hem de “kandırılmamız” gerekiyor bir süre daha.
Bir süre daha istemediğimiz halde bazı ritüelleri tekrar etmemiz, bazı yerlere girip çıkıp, bazı sözleri benimsemişiz gibi zikretmemiz gerekiyor. Her yöne gülücük dağıtmamız, herkesi mutlu etmeye çalışmamız gerekiyor.
Arada sırada görevimizi unutup sert çıkışlar yapıyoruz biliyoruz. Düşmanlarımızın uyanmasına neden olacak fevri hareketlerimiz oluyor. Gözlerimizden akan kinimizi gizleyemiyoruz ama ne yapalım. Bizden etten ve kandan oluşuyoruz. Biz de ölümlüyüz. Dayanamıyoruz. Ya hedefimize ulaşamazsak, ya hedefe ulaşıldığında biz olmazsak, ya başarısız olursak, ya gücümüzü kaybedersek diye çok korkuyoruz.
Ama daha çok “maskemiz” düşecek diye korkuyoruz. Düşman bizi tanıyacak, “mesafeyi” ortadan kaldırıp bizi “temizleyecek” diye tırsıyoruz. Erken ifşa olup işi berbat etmekten çekiniyoruz. Gerçi o kadar mükemmel bir iş başardık ki düşman onlardan olduğumuzu zannediyor artık. Ne yapsak da uyanmıyor, ne dersek de anlamıyor.
Fakat bu iş artık zor geliyor yukarıda da dediğimiz gibi. Emir komuta merkezimizin üzerimize layık gördüğü elbise artık dar geliyor bize veya daraltıyor göğsümüz. Nereye kadar sürecek bu ayrılık kardeşlerimizle. Nereye kadar tahammül edeceğiz bu hasrete? Yok mu bunun bir sonu. Biz de dönmek istiyoruz sılamıza, biz de ağlamak istiyoruz duvarımızda. Biz de aynı cephede olmak, biz de aynı düşmanla yüzleşmek istiyoruz.
Bize vaad edilen topraklardan söküp atmak istiyoruz düşmanlarımızı, birleşmelerini önlemek istiyoruz, mavi beyaz bayrağımızda ki siyon yıldızımızı dalgalandırmak istiyoruz dünyanın her yanında. Artık siyonist olduğumuzu haykırmak istiyoruz, artık rol yapmak zorunda kalmadan kardeşlerimizle yan yana durmak, onları alkışlama, alkışlatmak istiyoruz biz de.
Tamam, bir görevimiz var ama “gönlümüz neler istiyor” bir bilseniz. Bir bilseniz içimizde yana ateşi ki o ateş dünyayı yakmaya yeter. Dünya dediğin zaten nedir ki? Bizim olmadıkça neye değer. Hem ne eksiğimiz var arap görünen kardeşlerimizden. Onların başardığı neyi başaramadık acaba? Onlar neden rahatça siyonist olduklarını söylüyorlar da biz neden hâlâ gizlemek zorunda kalıyoruz? Niye gizli saklı ziyaret etmek zorundayız ki atamızın mezarını? Niye aldığımız ödülleri göğsümüzü gere gere sergileyemiyoruz? Off, off! Çok sıkıyoruz, çok yanıyor canımız, çok daralıyor “gönlümüz”.
Ne dediniz? Filistin mi? Ha siz yanlış anladınız. Biz kardeşlerimiz derken onları kastetmedik. Onlar düşmanlarımız. Kardeşlerimiz onların düşmanları…
siyasetmektebi.com