DUVAR “USTA”LARI…

Bu çağın zindanları şeffaftır. Özgür olduğu hissini verir insana ama hareket alanını daraltır da daraltır. Çizilen sınırların ötesine geçmesine müsaade etmez ve o sınırları küçültür elinden geldiğince. Sınırları çizen eller belirler özgürlüğün niteliğini ve niceliğini. Kendini güvende hisseden tutsaklara dönüştürür hür düşünceden arındırılmış ruhları. Zulme ve dünyevi heveslere itaatten başka hürriyete yer olmayan duvarların içinde evler kurar dünyayı yurt edinenlere. Unutturur ölümü ve hesabı, ve meşgul eder dünyayla işgal etmek için zihinlerini. Bu çağın insanı yitirmiştir bilincini, gözünü, kulağını. Kör, sağır ve dilsizdir mutlu olabilmek için zindanının içinde. Ne duvardan haberdardır ne de duvar ören “usta”lardan. Aslan payı diye çakallıklarına pay ayıracak kadar kurnaz olan “usta”ların kendileri için ördükleri duvara, taş taşımaktan mutlu mesut olurlar. Kan ve gözyaşının renklendirdiği mekanların sakinleri olarak birbirleriyle uğraşmaktan unuturlar duvarın öte yanında kalan duvar “usta”larını.
Çıraklıktan kalfalığa oradan da ustalığa hangi marifetle geçtikleri gün gibi ortada olan duvar ‘usta’larının hünerli elleri ile değişik renk, şekil ve büyüklükte inşa ettikleri duvarları aşamayanların hali her daim haraptır. Ya ırklarından dolayı kendilerini şanslı sayarlar, ya mezheplerinden dolayı. Ya elde ettikleri dünyalıklar, ya da dünyalıkları elde edenlerin uyuşturan sözleri mesut hissettirir kendilerini. Küçük dünyalarının içinde büyük hayallere müptela olmuşlardır ama o hayallere ulaşmak gibi bir çabaları da yoktur. Tüm hayalleri dünyayla ilgili olsa da o hayallerini çizenlerin talan ettikleri dünyalarına razı olmak gibi bir marifetleri vardır.
Duvarın öte yanını korku dünyası olarak onlara tanıtan duvar ‘usta’larına kandıkları için kendilerini zindanlarında güvende hissederler. Hücrelerine siner sinmişlik duygusu da her hücre tabuta dönüşür duvarların arkasında. Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeyi meziyet saydıranlar kan kustururlar ve tepki almazlar. Zira kızılcık şerbeti tadındadır duvar ehli için. Daha kötüsündense bu kötünün meftunu olmuşlardır ve böylece kurdukları düzende iyiye yer kalmamıştır. Kötünün kötüsünden çekinerek kötü olmaya başladıkları için duvarı sevmiş ve güven duymuşlardır. Başka yerlerde neler olup bittiğini umursamadan boyarlar duvarlarını, rengarenk hapislerde tüketmek için yıllarını. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek serbesttir ya daha ne olsun. Cennet için bu kadar ibadete izin verilmişse geri kalan dünyanın canı cehenneme. Ev, araba sahibi olabildikten sonra Allah’a (c.c.) ve peygambere (s.a.a.) savaş açmış olmanın ne önemi var. Öyle ya duvarların bu yanında da yollar var, düzen, intizam var, hastane var. Ahlaka, imana, izzete, akla kimin ihtiyacı var?
Böyle duvarlarla mahpus ettiklerinin aksine duvar ‘usta’ları, kendilerine ve çevrelerine de duvarlar örerler. 1000 odalı sarayların duvarları ile göğe varır başları. Kibrin doruğundan seslenirler yeryüzünün halklarına. Var olanla yetinmeyi öğütlerler, var olanı çaldıkça. Yedikçe aç kalmanın faziletlerini anlatırlar, ihanet ettikçe dostluğun. Salyalar akıtan ağızlarından döküldükçe hakaretler, saygı sevgi maske olur yüzlerine. Yokluk, varlığa hükmedenlerin saltanat kayığıdır artık. Yoklukla korkutarak varlıklarını korurlar. Geçmiş duvar ‘usta’larından aldıkları ‘usta’lık payesinin hakkını vermek için yakarlar ve yıkarlar duvarsız dünyaları. Ve örnek gösterirler duvarların içinde hapsettiklerine.
Oysa ne duvar ‘usta’ları ne etraflarına duvar örüldüğü için hakikatten uzak kaldıkları halde kendilerini güvende hisseden duvar mahkumları o duvarlar arkasında ölümden kurtulabilirler. Ne duvar ‘usta’ları ve ne de o ‘usta’ların ördükleri duvarların sakinleri def edebilirler ölümü kendilerinden. Hakka düşman olarak kurdukları dünyalar yıkılacaktır başlarına. Duvar ustalarının sarayları da , saray sahiplerine uşaklık edenlerin gecekonduları da onlarla beraber yerle yeksan olacaktır. Hakikati duymamak ve görmemek için çevrelerine örülen duvara sessiz kalanların ah-u vahları dolduracaktır arzı. Muhkem sandıkları fikirleri, dünyaları, kibirleri, inatları viran olacaktır. Yüzleşme günü geldiğinde yüzleri kalmayacaktır çıkabilmek için meydana. Suçladıkları şeytanları suçlayacaktır onları. Taş taşıyıp yardım ettikleri duvar ‘usta’ları ilk olarak terk edecektir dünya ve ahiretini heba edenleri. ‘Nerede olursanız olun, ölüm sizi bulur; hatta isterseniz sağlamlaştırılmış yüksek kalelerde olun’ (Nisa 78) diye buyurmuyor mu Rabbimiz (c.c.), o halde harap olacaktır süslü dünyaları.
Bu müjde göstermektedir ki bu çağ duvar ‘usta’larının ve onların aşıklarının yenilgi çağıdır bu saatten sonra. İlahi müjdenin gelip çattığı ve hedefini bulduğu çağdır artık. Duvarlar yıkanların gür sedaları dolduruyor cihanı bugün. Titretiyor ve sarsıyor yürekleri saran duvarları. Yıkılıyor zulmün bin bir emekle kurduğu saltanatı. Fecr’lerle aşılıyor duvarların sınırları. Bir kıyam başlıyor ki duyuyor sağır olanlar, görüyor körelen gözler ve zihinler uyanıyor yüreklerle birlikte. Göğe yükselen mazlumların ah-ı, rahmet olup yağıyor yeryüzüne ve çürüyor duvarların taşları. Tek bir dokunuş yetiyor yıkmak için surları. Hayber’i fethetmişlerin nesli söküyor kalelerin kapılarını vicdanlardan. Ki o kapıların arkasında saklıydı iman. Hem yeryüzü şenleniyor hem gökyüzü parlayınca güneş ve eriyince zulmün ak yüzü, viranelerden çıkıyor hazineler.
Bir bir etrafı duvarlarla çevrilen bireyler, birbilerinin farkına varıp ümmet olmaya başlıyor. Ölüm rahmet oluyor yıkıverince duvarları. Suskunlukta ölenler direnişte diriliyor. Tebdili mekanın ferahlığı sarıyor çehreleri. Nefes alıyor duvarlarla soluğu kesilenler. Cehalet tuğlaları sökülünce duvardan akıl özgürleşiyor. Mana okları buluyor hedeflerini ve idrakler besleniyor hakikatlerle. Daha önce zindanlarını yurt edinenler sılanın hasretine kapılıyorlar. Süslenmiş duvarlarına aşık olanlar maşuğu oluyorlar hakikat ehlinin.
Evet…Yüzyıllardır usta çırak ilişkisi ile yetişen zalimlerin, hem halkları haktan uzak tutmak için hem de kendilerini güvende hissetmek için ördükleri duvarları ölümün eliyle yıkılıyor artık. Hakikatin erleri ölüm olup saldırıyor duvar ‘usta’larına. Ne kendilerini kurtarabiliyorlar bu ölümün elinden ne de suskunluk üzerine kurdukları dünyalarını. Yaşayan ölülere dönmüş mazlumlar ölüm ile uyanıyor ve hakkın safında hak ettiklerinin ardına düşüyorlar. Uyanmayanlar hem bu dünyada hem de ahirette ‘ne oldu bu kavme ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar’ (Nisa 78)buyruğunun muhatabı olarak ölüyorlar. O halde direnmemek lazım cehalet arzındaki ölüme. Nefisten kurtuluşa, zulümden temizlenmeye. Direnmemek lazım hakikatin bizlerde oluşturmak istediği yeni dünya düzenine. Ölmek lazım dirilmek için. Yıkmak lazım çevremize örülen kaleleri ve yıkmak lazım kale sahiplerinin ellerine geçirdikleri dünyayı. Ki yeni filizler yeşersin kurak topraklarımızda.
Duvar ‘usta’larını tanımak lazım duvarları fark edebilmek için. Süslü sözlerle süslerlerken nifaklarını maskelerinin altındaki yüzlerine aşina olmak lazım. Bu yüzden geceden kurtulmak için sabaha sarılmak lazım. Bu yüzden sağlam kaleler haline getirdiğimiz dünyalıklarımızı kurban edebilmek lazım. Geçmeden kendimizden kendimiz olamayacağımızı bilmek kurtuluşun anahtarıdır çünkü. Nefsimizi tanıdıkça tanıyacağımız Rabbimiz (c.c.) sağlam kalelerde bile bize ulaşabileceğini buyuruyorsa, bu dünyada hakikate karşı örümcek ağından duvarlar inşa etmememiz gereklidir. Duvarcıları değil duvar yıkanları dost edindiğimizde açılacaktır ufkumuz ve zulüm deryasında yüzen bizler için kara görünecektir idrak etmek lazım.
Madem ki “her nefis ölümü tadacaktır”(Enbiya 35), o ölümü zehir etmemek için çabalamak elzemdir. Madem ki ölüm gurbetten sılaya dönmektir, gülümseyerek karşılamak gerekir. Ki hürriyet duvarların arkasında bulunmaktadır. Hem soyut hem de somut zulüm setlerini aşmak için ölmeden önce ölmeyi anlamak zaruridir. Ölmeden ölenler için ölüm rahmet olurken öldükten sonra ölenler için hasret ve hüzün olacaktır. Çünkü terk-i dünya edenin gerçek dünyası imar olacaktır.
siyasetmektebi.com