DURMAK YOK, YOLA DEVAM…

Tıpkı bıçak gibi herhangi bir sözcük veya cümle de hakkın elinde adalete, batılın elinde zulme hizmet eder. Kim o aracı daha iyi ve verimli kullanırsa gittiği yola daha fazla hizmet etmiş ve o yolun üzerindeki engelleri daha fazla kaldırmış olur. ”Hak sözle batılı murad eden” ‘usta’ların dillerine doladıkları yazımızın başlığı da hem hak hem de batıl cephesi için aslında geçerli olan bir hakikati ifade etmektedir ki o da durgunluğun yok oluşa neden olacağı gerçeğidir. Bunu keşfetmiş olan süfyaniler, gecelerini gündüzlerine katarak,bugün hala oradan oraya yolculuklar yaparak, hastalıklarını dahi hiçe sayarak batıldaki ihlaslarını ortaya koymuşlar ve hak cephesine karşı savaş açmış olan müstekbirlerin İslam coğrafyasındaki uzantıları olarak ellerinden gelen fitne, zulüm ve küfrü davaları için sergilemekten imtina etmemişlerdir.
Batıl cephesi İslam’ın zuhuruyla birlikte yediği darbelerden kendince dersler çıkarıp yüzlerce yıllık planlar yaparak elde ettikleri kazanımları(!) bugün de korumak adına hiç durmadan hareket etmekte ve hala uygulanması uzun yıllar alacak olan (225 milyon dünya nüfusu gibi) planlarını kurgulamaya ve hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu öyle bir hırs ve küfre öyle bir imandır ki dünyalıkları uğruna canlarını verebilecek kadar kendilerinden geçmekte, bu dünyalıkları korumak adına milyonlarca insanın katledilmesinde başrolü oynayacak kadar vahşileşebilmektedirler. Sırf küresel sermayenin ve siyonizmin hükümranlığı için 2 dünya savaşı çıkaran ve bu amaç uğruna nice ocakları yıkan batılın neferleri, bugün hala aynı hırsla Direniş Cephesine karşı saldırmakta, hak-batıl savaşının bu yüzyılda da devam ettiği gerçeğini bizlere hatırlatmaktadırlar.
Dünyaya adım attığı andan itibaren böyle bir savaşın içinde bulunan ve safını belirleme sorumluluğunu taşıyan insanoğlunun kimisi Yaratan’ı (c.c.) ve ona verdiği sözü unutup yolunun başına dikilmiş olan şeytanın ve dostlarının tatlı sözlerine aldanmış ve batılı kendine hayat düsturu olarak kabul etmişken, kimisi de yolun zorluğunu, imtihanın büyüklüğünü göze alarak özgür iradesi ile ”az”ların safını seçmiş ve onuru, izzeti, şerefi Allah’ın (c.c.) ve müminlerin safında bulmuştur. Her iki iradeyi de sergileyenlerin ve saflarını ayıranların tercihleri ise bu kimselerin sırtına seçtikleri safı zafere ulaştırma sorumluluğunu yüklemiştir. Zira her seçim hem bir red ediştir hem de teslimiyettir. Ve her seçim seçilenin yolunda gidileceğine dair verilmiş bir sözdür. Hakkı seçerek batılı red edenler, hakka teslim olup batıla savaş açmıştır ve hakkı zafere ulaştırma sözünü bu seçimleri ile vermişlerdir ki bunun aynısı batılı tercih edenler için de geçerlidir.
İşte böyle bir savaşın muhatabı olan ve hak cephesini kendi safı olarak belirleyen bizlerin bu savaş içindeki rolümüzü iyi tespit edip buna uygun hareket etmemiz ve bulunduğumuz cephelerde elimizde bulunan yeteneklerimizle ve araçlarımızla hak cephesinin zaferine katkı sunmaya çalışmamız gerekmektedir. Çünkü bu savaşta küçük veya büyük herkesin sırtlaması gereken bir yük ve doldurması gereken bir alan muhakkak bulunmaktadır. Ve herkes üzerine düşeni yapmakla mükelleftir. Zira yerine getirilmeyen her görev hak cephesinin saflarında boşluğa neden olacak ve sünnetullah gereği hakkın olmadığı yer batıl ile dolmuş olacaktır. Bu da hak cephesinin hücre hücre de olsa ölümüne ve yenilgisine neden olacaktır. Bu yüzden hiçbir görev küçümsenmemeli ve her görev aşk ile ve tam bir sorumluluk bilinci ile yerine getirilmelidir ki hak cephesinin surlarında gedik oluşmasın, şeytan ve dostları sızacak bir boşluğa kavuşmasın.
Unutulmaması gereken bir diğer husus ta durgunluğun kirlenme ve gerilemenin en temel nedenlerinden olduğu gerçeğidir. Akar suyun kir tutmaması gibi durgun suyun kirlenmesi de bilinen gerçeklerdendir. Var olanla yetinip ilerlemek gibi derdi olmayanların ellerinde tuttukları şey hakikat olsa bile bir süre sonra hareketsizliğin verdiği rehavetten dolayı batılla karışacak ve hak olma özelliğini yitirecektir. “İki günü bir olanın ziyanda” olduğuna hükmedilen dinimizde, sırf doğru safı seçtiği için günlerini birbirinin ardına yuvarlayıp bulunduğu alanda hiç kıpırdamadan duranların bütün ömürleri birbirinin aynı geçeceğinden ziyanları da artacaktır. İşleyen demir pas tutmaz misali hareketli olup her gün yeni bir plan ve proje üretmeye çalışanların ve bu dert ile sürekli kendilerini geliştirmeye yönelik uğraşı verenlerin ise ellerindeki “az” çoğalacak ve hakikatin aynasını sürekli temiz tuttukları için parıldayacaklar ve mektepten aldıkları nuru olduğu gibi çevrelerine yansıtacaklardır.
Koskoca imparatorlukların dahi yıkılma süreçlerinin duraklama ile başladığını öğrendiğimiz tarih kitapları bizlere durağanlaşmış her medeniyetin akıbetinin yıkım olduğunu da öğretmişlerdir. Allah’ın (c.c.) yarattığı ve yaratmaya devam ettiği alemlerin sürekli hareket halinde olduğunu ve herhangi bir durgunluğa girmediğini, güneşin, dünyanın ve ayın dönmekten vazgeçmediğini, yağmurun yağmaya, mevsimlerin oluşmaya, gece ile gündüzün birbirini takip etmeye devam ettiğini, tabiatın kışın ölürcesine solup yazın dirilircesine yeşerdiğini müşahade eden ve bu düzenin ilk andan itibaren hiçbir sapma göstermeden varlığını koruduğunu bilen bizlerin, küçük alem olarak durgunluğa düçar olmamız veya bunu kabullenmemiz varlığımızla çelişmemizdir. Durgunluk hayatın işleyişine aykırı olduğu için durağanlaşan her şey bir süre sonra o hayatın dışına itilecek ve hayat o boşluğu başka bir şeyle doldurmaya başlayacaktır. Durağanlığın oluşturacağı en kötü neticelerden biri ise var olanla yetinme duygusu olacaktır ki bu duygu her türlü ilerlemenin ve zaferin uğrayacağı en büyük felakettir. Var olanı yeterli bulan onu geliştirmek için çaba harcamayacak ve sadece onu korumanın yeterli olduğu yanlışına düşüp var olanı da tehlikeye atacaktır.
Hak cephesinin bağlılarında oluşması muhtemel bir diğer temel sorun ise atalettir. Atalet yani tembelliğin yerleştiği bünyeden hareket zaten çekip gidecektir. Bu öyle bir hastalıktır ki “bildiğini” düşünmeye neden olur ve “bildiklerini” bilmenin de yeterli olduğu hissini insanın damarlarına zerk eder. Ve bu bilgi bireysel kurtuluşun anahtarı haline gelir. Böylece ilerlemek için çaba göstermeye, yorulmaya ve harekete geçmeye neden yoktur. Oysa bilmek eylemdir. Bilgi eyleme geçmediği sürece iman haline gelmemiş demektir. İman haline gelmeyen bilginin temeli sağlam değildir. Temeli sağlam olmayan bilgiye dayalı rahatlığın ise kaynağı cehalettir. Ki bu tür cehaleti hiçbir kitap ve hiçbir kaynak gideremez. Zira şeytan ve dostları, özellikle belamlar yeterince bilgi sahibidirler ama bilmemektedirler. Bu yüzden bu bilgileri onların kurtuluşuna değil yok oluşlarına neden olmaktadır.
Ayrıca İslam, ibadetin az da olsa devamlı olanını saman alevi gibi parlayıp çabuk sönen çok ama devam etmeyenine tercih ederken, hareket halinin az veya yavaş da olsa sürekli olması gerektiğini de izah etmiştir aslında. İmam Ali (a.s.) “yarın yaparım diyen helak oldu” buyurarak her işin zamanında ve gerektiği anda icra edilmesinin bireysel ve toplumsal helakin önüne geçebilecek etkenlerden biri olduğunu belirtirken, İmam Hamaney tevvabin hareketi ile ilgili yaptığı konuşmada o hareketin içinde bulunanların gerekli yerde gerekli tepkiyi vermediklerinden dolayı Kerbela’da yaşanan trajedide parmaklarının olduğunu vurgulamıştır. Ki bu örnekler de bizlere gerekli yerlerde harekete geçmediğimizde yenilgide pay sahibi olacağımızı anlatmaktadır.
Şu tam olarak bilinmelidir ki bir vücudun azaları gibi olan ümmetin hücrelerinden biri kendini yenilemediği zaman ait olduğu organın zarar görmesine o organ da tüm vücudun yok olmasına neden olacaktır. O halde her nerede olursak olalım bütün dikkatimizi, gücümüzü, yeteneklerimizi ve ilmimizi hakikat yolunda meydana sürmeli ve elimizden geldiğince hakikatın yeryüzüne hakim olması için çaba göstermeliyiz. Bu konuda ki hırs zararlı değil yararlı hırs olacaktır. Elbetteki belli bir plan ve program doğrultusunda kullanıldığı ölçüde. Hiçbir ilerleme göstermeden ve ilerlemeye niyetlenmeden sadece bir yerlere ait olma hissinin verdiği rahatlığa kapılırsak hem bireysel olarak gerileriz, hem de temsil ettiğimiz “saf”ın darbe yemesine neden oluruz. Bu mektebi yaşam biçimi olarak kabul edenlerin bilmesi gereken hakikat şudur ki küfrün ve nifağın bu denli ihlas ile davalarında yorulmak bilmeden çalıştığı bir çağda, mektebi temsilen bulunulan cepheyi güçlendirmemek, yorulmak, ertelemek, umursamamak ve var olanla yetinmek küfrün ekmeğine yağ sürmek olacaktır. Bu yüzden mektebin has bağlıları için “durmak yok, yola devam” sözü bir şeyler hatırlatmalıdır…. vesselam…
siyasetmektebi.com