Siyasi KavramlarSon Yazılar

DİSTOPYA NEDİR?

Distopya, ütopyanın tam karşıtı olan bir toplumu ve sistemi tanımlayan bir terimdir. Ütopya mükemmel bir toplum ve idare biçiminin zihinsel kurgusu olduğuna göre distopya, totaliter, zalim ve baskıcı bir toplumun ve sistemin zihinsel kurgusudur. Tabii ki burada geçen “zihinsel” ve “kurgu” terimleri sizleri yanıltmasın özellikle distopya, var olan dünya düzeninde her an karşılaşabileceğiniz, bütün şiddetiyle hayatınızı cehenneme çevirebilecek bir gerçekliğe de sahiptir. Zaten bundan dolayı da “Hayvan Çiftliği”,”1984″, “Biz” gibi romanları okuduğumuzda bu romanlardaki kurgular hepimize tanıdık gelmekte ve gözlerimizin önünden kaldırılan perde ile yüzleşmek zorunda kaldığımız hakikat bizleri tedirgin etmektedir.

Bu hakikat, bilenler için aşikâr olduğu halde biz distopya nedir, distopik bir sistem nasıldır daha iyi anlaşılsın diye bu yazımızda sizinle birlikte yeni bir dünya ve sistem kurgulamayı amaçladık. Ve özellikle bu dünyada belli bir bölgedeki sistemi ele alıp, tamamen “hayal” ürünü olan bir ülke tasarlamak istedik. Baştan söyleyelim bu kurgu tamamen “hayal” ürünü olacak, olası benzerlikler, kurgulayan bizleri bağlamayacaktır. (Dikkat edin bu beyan dahi distopik bir ülkeye dair sizlere fikir verebilir.)

Önce bir ülke tasarlayalım. Mesela geçmişinde bilmem kaç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluk olan bir ülke olsun bizimkisi. O imparatorluğun kökenine inecek kadar vaktimiz yok ama özellikle son dönemlerini kurgumuzda ele alalım. Bu imparatorluk ilginç bir şekilde hem soya, hem milliyete hem de o toprakların genel geçer dinine atıfta bulunan ve bütün bunları her nasıl oluyorsa harmanlayan bir sisteme ve bu sistemin başında daha sonraları hepsi o dinin neredeyse evliyaları sayılacak kardeş katili, zalim, mütekebbir, sarhoş, medeniyet diye düşmanlarına öykünen, kendi saltanatları elden gitmesin diye toprak kayıplarını önemsemeyen saray sahibi “ulu hakan cennet mekan” idarecilere sahip olsun. 

Bu idarecilerin özellikle son dönem temsilcilerinden biri, saraylarını ve saltanatlarını ayakta tutabilmek için paranoyaklaşmış, jurnalciliği kutsallaştırmış, en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edemez hale gelmiş olsun. Bu idareci, zamanında kendisine öğüt veren halkın din önderlerini ya hapse atsın, ya sürgüne göndersin ya da akıl hastanesine sevk etsin. Aynı zamanda yaşanan en büyük toprak kayıpları da bu idareci zamanında gerçekleşsin ve bundan da daha vahimi halkın dininin ve tüm insanlığın en önemli düşmanları olan şeytanın çocukları, bu idareci zamanında o imparatorluğa gemileri doldurarak göç etsin, yavaş yavaş o topraklarda yayılmaya başlasın. 

Distopyamız özellikle bu noktadan sonra asıl çehresini gösterecek biraz daha sabırlı olun. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz idareci bütün o yaptıklarına rağmen, yine kendine öykünen ve onun yaptıklarını misliyle yapan ve burada kurguladığımız distopik ülkenin ustası olan şahsın zamanında göklere çıkarılacak ve onu eleştirenler vatan haini sayılacaktır. Zaten bu distopyada vatan hainliği her türlü sorgulamanın katili olarak görev yapacaktır şimdiden hazır olun.

Neyse gel zaman git zaman, şeytanın çocukları kendilerine bir yurt bulabilmek ve bu yurdu resmileştirmek için bahsettiğimiz imparatorluğu, savaş üstüne savaş ile yorup parçalamayı başarmış ve çevresi dinine bağlı halklarla dolu olan küçük bir bölgeyi kendilerini destekleyen süper güçler sayesinde elde etmiş olsunlar. Fakat az öncede bahsettiğimiz gibi çevredeki halklar bunu kabul edecek gibi durmadıklarından yeni bir çare düşünsünler ve yıktıkları imparatorlukta kendilerinin emniyet sübabı görevini üstlenecek yeni bir ülke kurmak için harekete geçsinler.

Mesela bu ülkeyi tasarlarken öyle birini başa geçirsinler ki halk, kendi topraklarını işgal edenlere karşı mücadeleye girişmeden bu şahıs mücadeleden dem vurmasın, hatta imparatorluğun o dönemdeki zayıf padişahının damadı olmak gayesi sürsün, “hadi direnelim” dendiğinde makam tutkusundan dolayı hiç oralı dahi olmasın. Ama işgalcilerin “medeniyetine”(!) aşık olsun, onlar gibi olmak, onlardan onay almak için can atıyor olsun. İşgalciler, halkın kendi kendine örgütlenip direnişe geçtiklerini gördükleri anda bu şahsı el altından destekleyip halkın başına geçirsinler ve böylece kurulacak yeni devleti, halkın ülkelerinden kovmak için gayret gösterdiği işgalcilerle aynı sisteme sahip olmasını sağlasınlar.

Evet, distopyamızın omurgası ortaya çıkmaya başladı. Bundan sonrası tamamen karanlık bir kurgu olsun. Mesela, işgalcilerin dayattığı o şahıs halkın başına geçince önce suikastlerle, tezgahladığı oyunlarla ve kurguladığı öcülerle halkı sindirsin, muhalefeti yok etsin ve tek adamlığını herkese kabullendirsin. Sonra halkın hayatının bütününü, o halkın kendilerine benzememek için direndiği işgalcilerin yaşamlarına zorla benzetsin, halkın dininin uygulamalarını yasaklasın, giyim kuşamdan, takvime  ve alfabeye kadar işgalcilerin isteklerini o halka dayatsın. Ki halk özünü, inancını yavaş yavaş terk edip, yukarıda bahsettiğimiz şeytanın çocuklarının istediği gibi bir dünyanın kurulmasına ses çıkaramaz hale gelsin. Ve önceki imparatorluğun varisi olarak bu halk ses çıkarmazsa şeytanın çocukları yeni yurtlarından çıkıp yayılmayı bile düşünebilsinler.

Çok da detaya girmeden devam edelim. Bu yaşananlardan bir kaç on yıl sonra şeytanın çocukları devletlerini alenen ilan ettiklerinde onları meşru olarak kabul eden ilk devlet kim olsun? Tabii ki distopyamız olsun. Sonraki süreçlerde distopyamızda sürekli karışıklıklar, sürekli kıyımlar yaşansın. Halk sağ, sol, din, millet, mezhep bahane edilerek çeşitli fırkalara, gruplara bölünsün ve her grup birbirine düşman edilsin. Her gruptan gençlerin potansiyeli sistem tarafından  kendi bekası için kullanılsın. Hemen her grubun başına o distopik sistem kendi adamlarını getirsin ve bu adamlar halkın birliğine asla izin vermesin. Hatta “falanca sistem gelecekse onu da biz getiririz” diye gençler uyarılsın.

Zaman böyle geçerken ve şeytanın çocukları, çevrelerindeki idareleri de ele geçirmiş olmanın ve başını bizim malum ülkenin çektiği sistemlerin suskunluğunun ve halkları susturuşlarının rahatlığıyla kibirlenip daha da büyümenin hesaplarını yaparken, bizim mevzubahis ülkenin doğusunda hiç umulmadık bir şey olsun ve oranın distopik sistemini yine oranın halkı uzunca bir mücadelenin ardından yerle yeksan eylesin ve oranın distopyası bir anda ütopyaya dönüşsün. 

İşte distopyamızın gün yüzüne çıkacağı asıl ortam bundan sonra başlıyor. Şeytanın çocukları, varlıklarının garantisi olan distopyamızın halkının da hemen yanı başlarındaki halkı örnek almasına karşın bir darbe kurgulasın ve halkın her kesimini zindanlara atıp işkencelerle korkutup sustursun. Ama bu arada distopaymızın asıl yıldızının yetiştirilmesi ve ileride sistemin kendine teslim edilme süreci de başlatılmış olsun.

Muhtemelen “ilkokul üçten terk olan” distopyamızın asıl kahramanı, hocası tarafından elinden tutularak yurt dışına çıkarılsın, hısım akrabasına tanıştırılsın, eğitilsin ve yine aynı hocası tarafından bir süre sonra halka tanıtılsın. Önce büyükçe bir şehir teslim edilsin ve burada yıldızı parlatılsın. Görünüşü ve yaşantısı halkın yaşantısına ve görünüşüne uydurulsun ki halk onu kendinden zannedip onaylasın. Bir yüzüğünden başka bir şeyi olmasın, geçmişinde bayat simitleri taze diye satmış olsun. Kiralık bir evde kalsın, sesi halkın inancına düşman olan “dostlarına” karşı gür çıksın.

Bu sırada da distopik sistem de gelecekteki ustasının yıldızını (o sistemde baştakilere usta denilsin) ona düşmanmış gibi görünüp, halkın inancına saldırarak ve halkı onun kucağına yönelterek parlatsın. Hatta sırf şiir okudu diye o müstakbel ustayı hapse atsın(!) ve halk, ustanın mazlumiyetine ve kendilerinden olduğuna tamamen ikna olsun.

Biraz daha sabır. Distopyamızın aslı şimdi başlıyor. Usta, halkın yoğun desteğiyle muktedir olduktan sonra, halka çırak olduğunu beyan ederek önce görece maddiyatlarını düzeltip, özgürlük vs. vaadleriyle kalplerine iyice sindikten sonra, ekip biçmelerini önlemek için bir miktar para vermeye ve böylece tembelliğe alıştırsın, lüks yaşamı özendirip kredilere boğsun, dinlerinin haramlarını yavaş yavaş helale çevirip halkın kalbindeki inancı çekip alsın ve inanç sade şekilsel bir boyutta kalsın. Ama buna rağmen arada sırada o dinin ritüellerine dikkat çekilsin. 

Distopik sistemimizin ilk ustasının aksine bu usta zorla değil, yavaş yavaş kalplere sızma ile halkı istediği kıvama getirsin ve bir süre sonra ustalığını ilan edip saraylarını inşa etmeye başlasın. Bütün haber alma araçlarını da ele geçirdiğinden halkı sadece kendi uşakları ile muhatap kılsın ve halk hakikat diye yalanlara sarılmayı meziyet sayacak kıvama gelsin. Hatta öyle olsun ki halk, kendisine deliller sunanları dahi vatan haini ilan etsin. Usta bir gün önce iyi dediğine bir gün sonra kötü dediğinde de halk aynı sözleri terennüm etsin. Usta, sarayının olanca şatafatında sabrın, şükrün önemini ve israfın kötülüğünü  anlattığında halk gördüğü şatafatı önemsemesin sözlere itibar etsin.

Halk açlık çekerken bile dış güçleri suçlasın, dış güçlerle korkutulsun. O ülkenin bütün varlığı ustanın ve çevresinin elinde hem de alenen yağmalandığında bile halk, kendisine anlatılan öcü masallarından dolayı rıza göstersin. Gerçekten ses çıkaranlar, itiraz edenler hain, terörist ilan edilsin. Ve usta, şeytanın çocuklarını meşru ve dost olarak ilan etsin ama halk bunu da benimsesin. Soru sormak, sorgulamak, araştırmak ihanet sayılsın, bunları yapanlar takibe alınsın, jurnallik yine en gözde meziyet sayılsın. Sadece halkın değerlerine saldırıp onları ustanın kucağına iten “resmi” muhalefete izin verilsin.

Böyle bir rahatlığa ulaşan usta halka artık hiç aldırış etmesin, yüzlerine hakaret etsin, halkın açlığıyla, yoksulluğuyla alay etsin, sözlerini bir gün veya bir kaç saat sonra hiç çekinmeden değiştirsin. Halkla aynı dinde olan ülkelere şeytanın çocuklarının bekası için savaş açsın ve o ülkelerdeki şeytanın çocuklarının burnu kanamasın diye halkın çocuklarını öne sürsün. Ve suskunluk böyle devam ettiği sürece saltanat da devam etsin. Kurgumuz da burda bitsin.

Ne kadar acı ve korkunç bir kurgu oldu değil mi? Bu arada yukarıda kurgu tanıdık geldi mi? Böyle bir ülkede yaşamak nasıl olurdu? Böyle bir ülkede yaşasaydınız nasıl mücadele ederdiniz?

Bizim şimdiye kadar okuduğumuz bütün distopik kurgularda kazanan hep sistem olmuştur. Sonuçlandırmadığımız bu distopik kurgumuzdaki kazanan kim olacaktır?

Yorumlarda belirtirseniz seviniriz…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

2 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı