HasbihalSon Yazılar

DERTLERİN TABİBİ İNKILAP…

DERTLERİN TABİBİ

Yarım doktorun candan, yarım imamın dinden ettiği ve bunun kanıksandığı bir coğrafyada, canımızı, malımızı, dinimizi, namusumuzu korumak o kadar zorlaştı ki bunun için çaba sarfeden azlar anormal olurken, anormalliğin zirvesinde dolaşan çoklar normal oluverdiler birden. Dört mevsimi aynı anda yaşayan topraklara dönmüş zihinlerin tutsakları, nerede nasıl düşüneceklerini şaşırmış bir halde kendilerine sunulanları o mevsimin ürünü olup olmadığına bakmadan sahiplendi ve yazın kar yağdığını, kışın aşırı sıcak olduğunu zannedip, sonbaharda yaza, ilk baharda kışa hazırlık yapmaya başladı. Öyle yoğun bir kafa karışıklığı yaşanmaya başlandı ki insanlarla yüzyüze konuşabilmek için amuda kalkmak zaruret haline geldi.

Derdin belli olmadığı zamanlarda dermanın da gizlendiğini bu devirde o kadar net müşahade etmekteyiz ki, kansere yakalanmış bireyler bundan habersiz olarak ağrı kesicilerle günlerini kurtarmakta, ağrı kesildiğinde hastalığın da geçtiğini düşünerek uyuşturulmaya meyletmektedirler. Bu hal üzere ictimai hayatını devam ettiren bireylerin oluşturduğu toplumda, ne hak gerçek anlamda hakkı temsil edebilmekte ne de batılın gerçek yüzü deşifre olabilmektedir. Sorunun farkında olmayanlar, o sorunu çözmek şurda dursun, o soruna aşık oluvermekte ve büyüdükçe kendilerine saldıracak olan canavarlarını elleri ile büyütmektedirler.

Manen düzensiz beslendikleri ve aşırı derecede abur cubur tükettikleri için “obez” olan halklar, hem rahat hareket edememekten şikayet ederken hem de beslenme alışkanlıklarını değiştirmemek için direnmektedirler. “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” deyimini birebir karşılayan hayatlarında, şikayet ettikleri her türlü sıkıntının kaynağını sahiplenmekte ve o kaynağı kurutmaktansa türlü bahanelerle varlığını devam ettirmeye uğraşmaktadırlar. İroniler dünyasının sakinleri, çelişkiler yumağı olan hayatlarında yaşadıkları huzursuzlukları gidermek için psikolojideki bütün savunma mekanizmalarını kullanmakta, böylece iç dünyalarında kopan fırtınaları bir nebze olsun dindirmeye uğraşmaktadırlar.

Oysa doğru ve erken teşhis konulan hemen hemen her hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Toplumsal hastalıklar ise bu anlamda en berrak dermana sahip hastalıklar olma özelliğini barındırmaktadırlar. Yeter ki hastalığın kaynağını ve yerini teşhis edelim. Tedavisi ilahi reçetelerle hazır bulunmaktadır. Süfyanilerin yoğun saldırılarına maruz kalan zihinlerin ve ruhların taşıyıcısı olan halklar, işte bu zihin ve ruhlarına aşılanan türlü virüsler neticesinde kendilerini tanıma kabiliyetini yitirmiş, hastalıklarının farkında olmayan, damarlarından derk edilen nifak ile hayaller dünyasına dalan ve gerçek hayatla bağlarını koparan halklar haline gelmiş, bütün bünyelerine sıçrayan ve kötü huylu tümör haline gelen hastalığın etkisiyle ölüm döşeğine düşmüşlerdir.

Buna rağmen hala kendileriyle sohbet ettiğimiz “halkımızın” bireyleri, habire olmadık şikayetlerden dem vurmakta, dinin elden gittiğini bizlere anlatmakta, yeni neslin bozulduğundan bahsetmekte, tv lerdeki fuhuştan rahatsızlıklarını dile getirmekte, faizin bu kadar yaygınlaşmasından huzursuzluk duymakta, içkiye, kumara vb. tüm günahlara olan düşmanlıklarını açıktan ifade etmektelerken, tüm bu sorunların kaynağını sorduğumuzda gerçekçi bir cevap veremedikleri gibi, sorunun kaynağı olan süfyanileri dile getirdiğimizde bizlere karşı tavır almayı sürdürmektedirler. “Devlet başa kuzgun leşe” mantığı ile kutsadıkları süfyanilerin alternatifinin olabileceğini düşünmedikleri gibi, böyle bir alternatif sunanları ise devlet düşmanı diye yaftalamaktadırlar.

Tıpkı birazdan anlatacağımız fıkrada olduğu gibi hastalıktan şikayet edip nerelerinin ağrıdığından habersiz olan, süfyanilere mecbur bırakılmış halklar, ancak teşhisin doğru ellerde ve doğru yöntemlerle konulduğu bir hastanede tedavi olabileceklerdir. Bahsettiğimiz fıkranın kahramanı bir çok ibretlik fıkranın da kahramanı olan Temel’dir. Temel çok yoğun ağrılar çektiğini belirterek gittiği doktora, işaret parmağıyla ağrıyan yerlerini birbir gösterir ve “doktor bey tüm bu yerlerim ağrıyor” der. Doktor, Temel’in neredeyse vücudun her bölgesini “ağrıyor” diye gösterdiğini farkedince hemen gerekli testleri yapar fakat hiçbir hastalığa rastlayamaz. Ama Temel ısrarcıdır. Her yeri ağrıyordur ve tek tek gösterir işaret parmağıyla doktora tekrar. Bunun üzerine doktor farkeder ki sorun Temel’in işaret parmağındadır. O parmak rahatsızdır ve Temel her neresine dokunsa ağrıyan o parmaktır aslında.

Bir çoğumuzun bildiği bu fıkra bu yazımızın da ilham kaynağıdır aynı zamanda. Toplumsal yaşantımızda yukarıda belirttiğimiz gibi o kadar çok şeyden şikayet ederiz ki, ömrümüz bu tür konuşmalara şahit olmakla geçer. Fakat bir türlü teşhisi konulamaz dertlerimizin ve bir türlü çaresi bulunamaz çektiğimiz çilelerin. Kendimizden o kadar çok uzaklaştırılmış durumdayız ki, kendimizi tanıyamadığımızdan dolayı Allah’ı (c.c.) tanıyamamanın toplumun bünyesine yerleştirdiği tümörleri, söküp atma becerisini kaybetmişiz. Boş boş şikayet hakkı tanıyanlar bu sayede içimizi boşaltmamızı isterlerken, asıl mevzulara dair herhangi bir arayışımızın da önüne geçmek için tüm tedbirleri almaktadırlar. Yukarıdaki fıkrada olduğu gibi hissetiğimiz acıyı anlattığımız doktorlar dahi süfyanilerin bizlere doktor diye lanse ettikleridir üstelik. Yanlış teşhis konulan hastalığın ızdırap çeken muhatapları olan bizler, o hastalığın kaynağında yaşamaya mecbur bırakılmışız. Koca karı ilaçları sunulmuş laf olsun diye bizlere ve bizler laf olsun diye konuşmaya başlamışız hastalığımızın üzerine.

Yıllardır şuramız buramız ağrıyor diye inlemekteyiz ve ah-u zarımız inletmekte asumanı. Hep yarım doktorlara gidip canımızdan olma aşmasına gelmişiz, cananın kim olduğunu unutunca. Düşmana dostu sorunca yanlış adresler gösterilmiş ve yönümüzü şaşırmışız rüzgar güllerine bakarak yol bulmaya çalışırken. Kimse sorunun işaret ettiklerimizde değil, işaret parmağımızda olduğunu söylememiş bize. Bilinçaltımıza yerleştirilen günahlara alıştırılınca o günahları yayanlara ram oluşumuz normalleşmiş. Ve ilerleyen hastalığın manen çökmüş müptelaları olarak, gözümüz toprağa bakmakta ve toprak kokusu gelmekte burnumuza.

Dertlerin dermanını, derman sahibine sorsak, gösterdiği yolda cesaretle adım atıp bütün bataklıkları kurutmaya ve hastalığın yayılmasına mani olmaya çalışsak oysa, bir anda can gelecek solmuş benizlerimize. Korkunun zindanlarının duvarları yıkılacak ve basiret ile açılacak gözlerimiz en uzaktaki hakikatleri görmek için. Yabancılaşmış olduğumuz hakka meyledecek gönüllerimiz ve fıtratımız tekrar hayat bulacak bedenlerimizde. Tüm şikayetlerimizin kaynağına yönelip bütün gücümüzle saldırınca temellerine, ne hastalık kalacak ne de bizlere bulaşabilecek süfyaniler nefes alabilecek bulunduğumuz coğrafyalarda. Yarım doktorların tahtlarını sarsacak şifanın öğretmenleri, biz onlara doğru koştuğumuzda. Kurtuluş reçeteleri yazılacak, kendini tanıyanların ellerinden hakkı tanıyabilmemiz için ve o reçeteler ile sökülecek ruhlarımızdan zillet.

Dünya buna şahittir. En ölümcül hastalıkların arzı iken, Resulullah’ın (s.a.a.) gelişiyle temizlenen dünya buna şahittir. Esfele safiline düşerken tutununca Nebi’ye (s.a.a.), ahsen-i takvime doğru uçuşa geçen dünya şahittir buna. Gerçek derman gerçek tabibin ellerinden gelir ancak ve gerçek tabip hakkı anlatır şifa olarak. Ve tabipler yetiştiren hakkın mektebinden 35 yıl önce dünyaya sunulan dermandır İnkılap. Felç olmuş ümmetin bireylerini tekrar harekete geçirecek kadar etkili, suskunluğun saltanatını yerle yeksan edecek kadar şiddetli bir ilaçtır bilenler için. Bulanık suda avlanmanın “ustası” olan süfyanilerin gerçek yüzlerini, düşürdüğü maskelerle ortaya koyan ve olması gerekeni bilfiil hayata hakim kılan yegane tabiptir inkılap. Şikayet etmekten başka bir mahareti olmayanlara sunulan alternatiftir. Çaresizlik girdabına düşenlere uzatılan eldir. Dünyaya dalıp ta boğulanlara sunulan nefes, zemheri ayazında yürekleri ısıtacak ateştir inkılap. Günah çöllerinde kavuran ateşten koruyacak gölgedir, ruhları şad edecek tatlı sedadır, ilahi ahkamın yeryüzünde tekrar hakim kılınabileceğini gösteren yegane örnektir inkılap.

Velhasıl hastalığa düçar olup da şikayet etmeyi derman sanan ve derdinin asıl nedenini merak etmeyenlerin doldurduğu yeryüzünde, dermanın kendisidir inkılap. Bu yüzden sürekli ah-u vah etmektense, gerçek doktora müracaat etmeyi dilersek başvurulacak tek tabiptir inkılap.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı