DERDİNİZ İDLİB Mİ YOKSA GOLAN MI?..

7 yıldan fazla bir zaman geçti siyonizmin kontrollü yangınının siyonist rejimin etrafındaki beldeleri bir bir etkiye almaya başlamasından bu yana. Bu 7 yıl boyunca elindeki nifak meşalesini ordan oraya taşıyıp insanlığın yüreğini yakanların bir yüzleri hep şeytanlarıyla başbaşa kalıp “biz onlarla alay ediyoruz” derken, diğer yüzleri direniş cephesinin dirayeti, sabrı ve direnişi karşısında “insanlık ölüyor, zalim Esed, ey ümmet(!) nerdesin, kimyasal saldırı var, yetiş ey nato yetiş” naraları atarak ortalığı velveleye veriyor, Şam’da kılamadıkları namazın(!) kazasını diğer şehirlerde eda etmeye ve bu namazın abdestini(!) de mazlumların kanıyla almaya çalışıyordu.
7 yıl boyunca direniş cephesinin azmiyle küfrün gördüğü her rüya kabusa dönüşüyor, her planın kaderi suda boğulmak oluyordu. “Esed gidecek” diyerek meydanlarda çemkirenlerin her biri “her nefsin ölümü tadacağı” hakikati gereği ilahlaştırmış oldukları nefislerinin ölümden beter olan yenilgi zilletini tatmasıyla birlikte yerle yeksan oluyor, yaşayan ölülere dönüşerek tahtlarından iniyorlardı. Öyle ki direniş cephesinin aslanı Esad efendiliğiyle, “ürüyen itlerin”, ecelleri yaklaştığı için yanaştıkları, “kurşunla kenetlenmiş bir bina gibi saf tutan” hak erlerinin cem oldukları cami duvarı oluyor, düşmanlarını tar-u mar ediyor, dostlarının ise gönlünü mest ediyordu.
Derken vakit, itlere rağmen yürüyen kervanın hedefine yaklaştığı vakte dönüştü, şehirler ve mazlumlar yeniden dirilmeye, “viran olan memleket, Hizbullahi erler tarafından imar edilmeye” başlandı. Bugün artık vahşi sürüler saldırıdan ziyade ellerinde tuttuklarını kaybetmemek için savunmaya geçmeye mecbur kaldı. Ki bu savunmanın da direnişi zerrece durdurabilme gücü olmadığı anlaşıldı. Her şehir kurtarılırken bir şehre gönderilen vahşiler için geri sayım başlamış oldu.
İşte tabiri caizse “dananın kuyruğunun kopacağı yer” tam da burasıydı her iki cephe açısından çünkü aslında İdlib, Golan’dan önceki son durak konumundadır. Direniş düşmanlarının bunca feryadı da bu yüzdendir. Bunlar ne İdlib’i, ne de İdlib’teki uşaklarının geleceğini dert edinmektedirler. Bunların tek derdi İdlib ve çevresindeki vahşiler temizlendiğinde artık asıl meseleye odaklanacak olan direniş cephesinin, siyonist rejimin varlığını ortadan kaldıracak şekilde Golan’a yönelmesi ve Golan’ın Kudüs’ün fethinin ön adımı olmasıdır.
Aslında Esad’ın devrilip devrilmemesi bile bunların pek de umrunda değildir, Esad özelinde direniş cephesi siyonist rejimden farklı herhangi bir mevzuya odaklandığı sürece. Milyonlarca kişinin katledilmesinin, yerinden yurdundan çıkarılmasının, şehirlerin yok edilmesinin de temel nedeni budur. Siyonizmin bekası için şeytanın çocuklarının işlemeyeceği cürüm yoktur çünkü hatta bu cürüm onları Allah’ın c.c. dergahından aşağıların aşağısına düşürse bile. Tüm yeryüzü ateş ile çevrelense ve toprak ateşten kavrulsa, bu sadece “ateşten yaratılanın” işine gelir ki o, “topraktan” ve onun varlığından dolayı varlık bulmuş olanlardan intikamını ancak böyle alabilir.
Bu yüzden bugünlerde “İdlib” diye bir ses kulağınıza ilişirse siz onu “Golan” diye ve hatta “Kudüs” diye algılayın. Zira ağlama duvarının müdavimi olan Putin, direniş cephesinin önünü almak ve onu İdlib sonrasında “sakinleştirmek” için “Sadece İdlip’te terörist kaldı” derken bir diğeri de “gelin canlar bir olalım” türküsünü itlerinin ecelini uzatmak için çığırmaya başladıysa bilin ki bunların asıl korkusu İdlib sonrasında ki nihai hedeftir. Bunlar İdlib’in kısa zaman içinde direniş tarafından kurtarılacağını çok iyi bildikleri için “görüşmeler, müzakereler” vs. ile süreci uzatmaya, bu sırada da İdlib’teki vahşileri silahlandırmaya çalışmaktadırlar ama nafile.
Ne kadar gayret gösterirlerse göstersinler cümle alem biliyor ki İdlib asıl vatanına geri dönecek ve “insanlık” İdlib sokaklarında bayrağını yeniden dalgalandıracaktır. O bayrak da Kudüs’ten görünecek, oradaki mazlumların kalbinde umut yeniden yeşerecektir. İmamımız bu hakikati bugün yeniden beyan etmiş ve “Bir an bile Filistin meselesinden gaflet edilmemelidir” buyurmuştur ki Rehberi Kudüs’e doğru yürüyen ümmetin kendisi de elbette orayı hedef edinecektir. Ayrıca İmam bu sözüyle muhatabına “ne kadar çırpınırsanız çırpının biz asıl düşmanımızı unutmadık ve onu ne olursa olsun ümmetin kalbinden çıkaracağız” mesajını vererek muhatabının dertlerine yeni dertler eklemiştir.
Bi halt edemeyeceğini 40 yıl önce rahmetli İmam Humeyni’den (r.a.) öğrendiğimiz büyük şeytan Abd ise “kırıldığı” için düşen “çenesini” yine kontrol edemeyip başında bulunan sarı öküzün böğürmesiyle “İdlib’e saldırı olursa çok kızacağını” direnişin aslanlarına beyan edip onların bir lahza da olsa gülmelerine ve eğlenmelerine vesile olmuştur. Ateş olsa -ki şeytan olduğu için ateştir- cürmü kadar yer yakabilen ve artık cürmü gittikçe küçüldüğü için kibritten daha da etkisizleşen büyük şeytanın kaderi ya yok olmaktır ya da isyan ettiği “insana” secde etmektir ki başındaki “büyüğün kibri” bütün siyonizmi yok oluşa götürecektir.
Bu süreçte Suriye’de “kendi sünnileri(!)” ile direnişi durduramayan şeytan Basra’da “kendi şiilerini(!)” devreye koyarak direnişi meşgul etmek istese de bunda muvaffak olamayacağını şimdiden beyan etmek isteriz. Oyuna gelmek için sağında solunda yeni oyunlar arayanlarımızdan farklı olarak bizler Irak’taki İslami direnişin ve özellikle Ayetullah Sistani’nin ve Mukteda Sadr’ın liderliğinin bu tür nifak hareketlerini ortadan kaldıracağını, direnişin kalesi haline gelmeye başlayan Irak’ı asli hedefine yeniden yönlendireceğini düşünmekteyiz. Çünkü tarih bize göstermiştir ki İmam’a ve İnkılaba bağlı olan her hareket nerede olursa olsun ve hangi sıkıntılara düçar olursa olsun zafere ulaşmış, İmam’ı ve İnkılabı rehber kabul etmemiş hiçbir hareket de ne kadar güçlü görünürse görünsün tarih sahnesinden ya silinmiş ya da zulme boyun eğenler kitabının alelade bir sayfasını süslemiştir.
Bu yüzden sakin olmak, İmamımıza ve İnkılabımıza tam anlamıyla tabî olmak, İmama ve İnkılaba bütün hücrelerimizle güvenmek gerekmektedir. Çünkü bu savaş sadece maddi cephelerde değil manevi cephelerde de verilmektedir ve bizim her iki cephede de İmam gibi bir komutanımız vardır. Aylar için de Ramazan ve Ramazan için de Kadir gecesi nasıl ki daha değerlidir, bütün insanlık içinde İnkılabımız ve İnkılabımız içinde İmamımız da bizim için o kadar değerlidir. O’nun Ceddi’nin s.a.a. kalbine inen nur O’nun da kalbine inmekte, varlığıyla ayetler tefsir edilmektedir. Ve her ayet mazluma zaferi, zalime yenilgiyi müjdelemektedir.
Bugün İdlib için yas tutmaya başlayanların yarın siyonizmin mezarı başında gözyaşı dökeceğinin müjdesini de işte biz bu ayetlerden çıkarmaktayız. Zalimler şunu artık iyice anlamalılar ki yeryüzü asıl sahiplerine dönmek için hazırlanmaktadır ve bu yeryüzünde onlara İdlib kadar bile bir yer kalmamıştır. Ya zulüm libasını çıkarıp efendi efendi İmamın huzurunda imana gelecekler ya da mazlumlar için kazdıkları her bir kuyuya kendileri atılacaktır. Bizim savaşımız zulmün varlığı iledir. Bu “habis” varlığının kökü kazınmadıkça bize rahat yoktur. Bu yüzden İdlib bizim için ne başlangıcı ne de sonu temsil etmektedir. İdlib sadece duraklardan biridir. Ki bu durağa uğrayanların ulaşmak istediği menzil bellidir.
O zaman Allah’a c.c. dayanarak ve direniş cephesinin İmamına güvenerek beyan edelim ki İdlib artık bizimdir, sırada Kudüs ve tüm yeryüzü vardır…
siyasetmektebi.com