Gündem AnalizSon Yazılar

DAYISI “CİHAD”A GİTTİ…

dayısı cihada gitti

Farklı bir konuya odaklamış ve o konuda yazmaya hazırlanmışken sabah saatlerinde aldığımız bir müjde ile kararımızı değiştirip gönlümüze düşenleri kardeşlerimizle paylaşmayı uygun gördük. Bu öyle bir müjdeydi ki kendisiyle ay yarılıyor, Nil coşuyordu sanki. Gök tufan için dolduruyordu bulutlarını, arz yarılmak için sabırsızlanıyordu. Saray odalarında kahkahalar atılırken çöküyordu temeli zulmün bu müjdeyle. Hendeklerde zaferler vaad ediliyordu kendisiyle ve her kılıç darbesi bütün ins ve cinnin ibadetine eşdeğer oluyordu. İmanın bütünü, küfrün bütünün karşısındayken şerefleniyordu iki zaferden biriyle. Sanki Kabe’nin üzerine yeniden yeni yetme müşriklerce dikilmiş putlar, Resulullah’ın (s.a.a.) dininin üzerinde yükselerek Hakk’a (c.c.) ulaşan bir yiğidin elleriyle yerle yeksan ediliyordu. Sanki Kerbela dile geliyordu ” ben her yerdeyim” diye ve aşura işgal ediyordu bütün zamanı.

Bu sabah öğreniyorduk ki “dayı” kavuşmuş “yeğen”e. Bitmiş dünya denen hadsizin zorla dayattığı firak ve vuslat hasıl olmuş hem Hakk (c.c.) ile hem de Hakk’a (c.c.) aşık şehidler ile. Öğreniyorduk ki İmad’a sarılan Cihad’ı yalnız bırakmaya gönlü elvermemiş dayısının ve “Zülfikar” olarak bulunduğu gurbetten uçuvermiş sılaya. Nasıl bir sülaleymiş ya Rabbi! Baba şehid, oğul şehid, amca şehid, dayı şehid. Hiçbiri “incitmemiş atasını” ve takip etmiş aynı yolu durmak nedir bilmeden. Ve “hedefe giden oklar terketmişler yayları” ve vurmuşlar zillet denen illeti. Sanki şehadet nuru aktarılmış nesilden nesile ve yegane miras şehadet olmuş bu sülalede. Sanki aleme ibret olsunlar diye yaratılmışlar, alemin, yaratılandan uzaklaştığı bu demde. “Yardımcılarım nerede” sorusunun muhatabı sanki sadece bunlarmış gibi doldurmuşlar meydanı küçüğüyle büyüğüyle. Ve sanki şehadet bunların aşığıymış gibi takip etmiş her nerede olsalar da kavuşmuş maşuklarına.

Evet, ömrü batılın neferlerini cehenneme vasıl etmekle geçmiş bir babayiğidin şehadet haberiydi bu sabah öğrendiğimiz. Allah’ın (c.c.) ordusuna katıldığından beri şeytanın ordusundan yüzlercesini telef etmiş meğerse bu yiğit. 82’deki toplu temizlikte de payı varmış, 2006’daki kesin ve keskin zaferde de. En son Suriye’de “ya zafer ya şehadet” demiş ve şehadetiyle zafere yaklaştırmış bizi. Yani varlığıyla zulmün yokluğunu sağlarken, şimdi şehadetiyle diriltmek istemiş bizi. Nasıl şehit olmuş, nerede olmuş önemi yok artık bizim için. Bir şehidin kanı akınca toprağımıza ve o toprak üzerinde halâ taşıyorsa bizi, sözümüzde durmak gerekir artık ne pahasına olursa olsun. Bıraktığı yerden sırtlanmak gerekir kavgayı. Devam ettirmek gerekir kıyamı ki şimdi tüm yeryüzü için kıyam vakti.

Bu saatten sonra intikamdır yüreklerimizdeki ateşi soğutacak olan. Çünkü “kısasta bizim için hayat vardır” (Bakara 179). Ve biz hayat diliyoruz kendisine sunduğumuz kurbandan sonra Rabbimizden (c.c.). Öyle bir hayat diliyoruz ki izzet gülleri sulansın kanlarımızla ve hasat mevsiminde derilsin olgunlaşan benlikler şehadet tırpanıyla. Dünyanın esareti ile tükenen ümitler yeşersin bizlerin damarlarından akan kan ile ve sevinsin mazlumlar varis olurken yeryüzüne. Gözyaşı deryasında boğulanlara nefes olalım dolduralım ciğerlerini zafer muştusu ile. Kalpler atarken umut pompalasın hücrelere, yenilensin her hücre dünyaya şehadet gelince.

Bugün, “Ali”nin elindeki “Zülfikarımız” bileyledi kinlerimizi feda ederek kendini ki şimdi “Zülfikar” tarlası direniş meydanları. “Heyhat!” sedasıdır sağır sultanların tahtlarını sallayan artık ve her sultanın vardır bir eceli. Azrail’dir (a.s.) yoldaşımız ki düşmanımızı öldürür, diriltir bizi. Sahralar yeşillenir biz ayak basınca, seraplar yok olur ama vahalar çoğalır çöllerin orta yerinde. Kardeşi kuyuya atmayız bizler, kardeşimiz için atlarız o kuyulara ki zaten şehadet yarışımız bunun içindir. Feda olmayı öğrendik çünkü bizler, bizi biz yapan her şeyi kendilerinden öğrendiklerimizden. Biz ki Ragıp Harb’leri, Abbas Musavi’leri, İmad’ları, Cihad’ları katmışız Hüseyin’in başını çektiği kervana şehadetin rengiyle, yeşerir zaferler yüreğimizde kan ile, bereketlenir toprağımız gömdüğümüz can ile.

Bakmayın öyle sessiz sedasız gidişimize. Biz ki tanınmadan ve bilinmeden hizmet etmenin şeref sayıldığı mektebin öğrencileriyiz, “riya”yı çoktan çekmişiz “dar”a, bu yüzdendir aktıktan sonra kanımız ayan olur adımız. “Bilen” bilir halimizi, bildirmeyiz kimseye ahvalimizi. Cepheler tanır bizi, meydanlar görür bizi ve zalimler yaptıklarımızla hisseder varlığımızı. Ta ki şehadet ile süslenince amelimiz, “Razı Olan”ın rızasıdır bilinmemiz. Biz ki “şehadet için aşarız dağları, geçeriz düzlükleri” ve şehadet için yaşarız onun ile terkedebilmek için dünyayı, ancak böyle ulaşırız emelimize. Ancak böyle varırız Kevser havuzunun başına ve ancak böyle tutarız Resulullah’ın (s.a.a.) elini, biliriz.

Ve biliriz ki şehadetimiz sevindirir düşmanı. Her şehidten sonra zil takıp oynarken insi ve cinni şeytanlar, gece ellerini ovuşturup bekler gündüzü örtmek için. Oysa ne büyük ahmaklıktır hayatın kaynağına ulaşanı ölü sayıp yokluğuna sevinmek. Ne büyük ahmaklıktır her şehidin o kaynak ile yeryüzü arasında açılan bir kapı olduğunu bilmemek. Ab-ı hayatı içene ölü demek ve kalplere yerleşeni yendiğini düşünmek ne büyük ahmaklıktır. Dünya bizimle ayaktadır, alem bizimle kaimdir. Güneş bize muhtaçtır, ay bize bakmaktadır. Çünkü biz nuru yaratanın yarattığı nura gark olmuşuz. O nur ile hemdem olup yeryüzüne gömülmüşüz. Asırlar geçse de bizden derilir şeref, haysiyet meyveleri ve biz besleriz iyiliği, güzelliği. Ölüm eğilir önümüzde, secde eder varlığımıza. Kim yok edebilir mirasımızı, kim öldürebilir bizi?

Bugün Mustafa Bedrettin olduk açtık bir kapı daha sonsuzluğa ki geçsin kendisinden kardeşlerimiz ve terketsinler bedenlerini. Göremeyenlerin açılsın gözleri ve görsünler bizlerin kimler için kendimizden geçtiğimizi. Anlasınlar hangi imanın insanı insan ettiğini ve hangi rehberin kemali temsil ettiğini. Vahdet ile vücud bulan ümmeti, kesret ile parçalamaya çalışanların lal etsinler dillerini ki onlar şeytanın “Allah” diyen dilleri. Ve biz, boynu bükük çocukların atmış bet benizlerine andolsun ki, “yeryüzünden sileceğiz hepsini”.

Ve böyle bir zamanda yeryüzü hak ile batılın savaşında bölünürken kıtalara ve hakkın evlatları düşerken bir bir toprağa bilinsin ki tahammülümüz yoktur nifağa. Öyleyse siz ey dünyanın debdebesine kanmış, mal makam, şöhret için ilimlerini az bir pahaya satmış uşaklar! Ey korku harmanının mahsüllerini sırtlarında taşıyıp diyar diyar dolaştıran ve halkları bu korkularla doyuranlar! Ey oturdukları yerden ahkam kesip, ahkam katili olanlar, düzen bozanlar, tefrika çıkaranlar, suskunlar, çok konuşanlar, boş konuşanlar, ümmetin derdiyle dertlenmeyip kendi dertlerini ümmetin derdi diye yutturanlar, maslahatın dibine vurup hakikati mahkum edenler, geçmişte yaşayanlar bugünde kör olanlar! Ey süfyanın gündelik siyasetinin bağıyla haysiyetlerini zillet ağacına bağlayıp, kurdukları bolca “sayın”lı cümlelerle saray sofralarındaki kırıntılara göz diken soysuzlar. Varın siz oyalanın kimin başbakan olacağı ile, kimin önünde düğme ilikleyeceğiniz ile. Varın uyuşturun sizleri adam zannedenleri, uyuştuğunuz dünya ile.

Kardeşlerimiz can verirken meydanlarda yiğitçe, biz beri olacağız suskunluğunuzdan da, kabullenmişliğinizden de, sizden de. Beri olacağız tüm yeryüzündeki mazlumların dertlerini dert edinmeyen dillerinizden, zulme karşı yumruk olmayan ellerinizden, zelliğinizi ortaya döken amellerinizden, sadece size has olan ve zalim ile beraber yaşamanıza fetva veren mezhebinizden, dininizden. Beri olacağız İmam’ı, İnkılabı anlatmayan sözlerinizden, batıla bakıp dünyaya dalan gözlerinizden, hak ile batılı harmanlamış olan özlerinizden. Biz ki tevella ve teberra ehliyiz, İmam’a ve İnkılaba tevella ederiz, Mustafa Bedrettin olur meydanlarda can veririz, kan veririz din ağacının köklerine, teberramız zulmedir, nifağadır, sessizliğedir, zilletedir, sizedir bilesiniz…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı