ÇOK ŞAŞIRACAKSINIZ, ÇOK!..

“De ki: ‘Eğer Allah katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, (ve) doğru sözlüyseniz, öyleyse hemen ölümü dileyin.'”(Bakara 94)
Adeta piyangodan çıkan iman ile sırf doğdukları diyarlardan dolayı imanı etiket olarak kendilerinde taşıyan ve bu etiketi başkaları ile paylaşmamak için ellerinden gelen fitne ve zulmü ardlarına koymayanların zannına göre hem dünya hem ahiret sadece dille ikrar edilen veya amel ile süslense bile yüreğe işlemeyen itikad sahiplerine(!) mahsustur ve bunların cennetteki tapuları kulaklarına ezan okunduğu için hazırdır. Bu fikirde olanlar için manasını bilemeseler bile dile getirilmeyen tek bir cümle cennet ile cehennemi ayırmaya yetmekte, idrak etmedikleri halde tekrarladıkları o cümle, kendilerini diğerlerinden üstün kılıp bütün iyiliklerin yegane sahibi yapmaktadır. Tıpkı siyonizm gibi bunların mantığı da diğerlerini dışlamak ve cehenneme göndermekten başka bir işe yaramamaktadır. Bunlar hidayet ehli olmadıkları için insanlara kurtuluş yolunu gösterememekte, insanları kurtarmaktansa onlardan kurtulma yolunu tercih etmektedirler.
Yeryüzünü sadece kendileri için yaratılmış sayan bu gürüh, köşebaşlarını tuttukları İslam’ı kendilerine has bir din olarak telakki ettikleri için, kendilerinde olanı İslam’a has özellikler olarak yansıtmaktan, dünyayı, ahireti kullanarak ele geçirip tüm dünya lezzetlerini başkaları ile bölüşmeden sahiplenmekten, namazları ile hakkı ikame edip miraca çıkacakları yerde zulme karşı boyun eğmeyi yaygınlaştırdıkları için esfele safiline doğru daha hızlı yolculuk etmekten, alışveriş ile faizi eşit saydıkları için Allah’a (c.c.) ve Resulullah’a (s.a.a.) savaş açmaktan, içi temizlenenlerin(!) dışarı ile bağlarını koparıp haram bataklığında yüzmelerine sebep olmaktan, cübbe giyerek, sarık takarak ve sakal bırakarak dini bütün vecibelerini yerine getirdikleri hislerine kapılıp her türlü fitneye, küfre sessiz kalarak bu cürümlerin yaygınlaşmasına neden olmaktan ve kendileri gibi görünmeyen ve kendileri gibi suskunluk zilletine bulaşmayanları kendi dinlerinden afaroz etmekten çekinmemektedirler, böylece dünya ve ahiret saadeti için inmiş olan hak dini, dünyayı zillet ile kazanmaya çalışan batıla çevirmektedirler.
Bunlar o kadar takvalı(!) ve ihlaslı(!) görünürler ki “görünüşleri hoşumuza gider”(Münafikun 4), bilmeyenlerimiz onlara özenir, onların yolunu hak zannederler. Sürekli namaz ve oruç ehli(!) olan bu tiplerin dillerinden Allah(c.c.) zikri de eksik olmaz, Resulullah’tan (s.a.a.) bahsettiklerinde iki büklüm olur salavat getirirler, sahabelerin yaşamlarından dem vurarak insanları o yaşama, şükre, rızaya, tahammüle ve ihlasa(!) davet ederler. Oysa “bunlar, yaptıkları dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve bunların yardımcıları yoktur”(Al-i İmran 22) Bunlar dört elle dünyaya sarıldıkları için “ahirette ziyana uğrayanlardırlar.”(Nahl 109) Hiçbir söz bunlara tesir etmez çünkü nefisleri dinlerinin ilahıdır. Hiçbir delili görmezler çünkü dünyanın şaşaası köreltmiştir gözlerini. Ki “kim dünyada kör ise, o , ahirette de kördür ve yol bakımından daha saşkın bir sapkındır”(İsra 72).
İşte böyleleri müslüman ile kafiri tanımlarken her daim kendileri gibi şekil dininin müntesiplerini samimi müslümanlar olarak tanıtmakta, yaşantıları nasıl olursa olsun, kime hizmet ederlerse etsinler dillerinden sadece Allah (c.c.) lafzı çıktığı için birilerini peygamber dahi ilan edebilmekte, görünürde var olan ilimlerini az bir paha karşılığı bunlara peşkeş çekebilmekte ve böyle iki yüzlü zalimlerin arkasında saf tutabilmektedirler. Bu tip zalimlere olabildiğince hoşgörülü davranan ve zalimlerin mezhebini ve dinini sorgulamayan dünya dinin allameleri, zalimlerin arkasında saf tutmayan mazlumları ise din ve mezhep sorgusuna tabi tutup tekfir edebilmekte, zulme karşı koyunlaşan ruhları, mazluma karşı aslan kesilebilmektedir. Dünyanın kendilerine verdiği güçle, dini de sahiplenmiş olanlar için aslolan dünyayı kendilerine sunanları memnun etmek olduğundan, veli nimetlerini üzecek herkese cenneti haram kılmaktadırlar. Aslında cennetin sahibi gibi davrandıkları için de şirke girmektedirler ama nasıl olsa bağışlanma suyundan kana kana içtiklerinden kendi yarattıkları ilahlarının onları her türlü günahtan sırf iman (!) ettikleri bağışlayacağından emindirler. Hele bir de okunmuş kefenle ilahlarının karşısına çıkınca artık o ilahın elinden de bir şey gelmeyecektir.
Oysa Kur’an hem zalimi hem de mazlumu din ile tarif etmemiş, Hakk’a (c.c.) karşı kibirlenen ve Hakk’ın (c.c.) yarattıklarına karşı zulmedenleri zalimler, hakkını arayamayan ve güçsüz düşürülmüşleri ise mazlumlar ve mustazaflar olarak tanımlamıştır. Bu tanımlamalarda dinden ziyade mahrum bırakan ve mahrum bırakılan, ezen ve ezilen kavramları öne çıkmaktadır ki bu açıdan alnı secde gören zalimler “vay o namaz kılanların haline”(Maun suresi) ayeti ile kınanırken, “Allah c.c. mazlumları yeryüzünün varisleri kılmıştır”(Kasas 5) ayeti ile mazlumların Allah’ın (c.c.) yardımına mazhar oldukları beyan edilmiştir. Elbette ki bu mazlumiyet hem fikri, hem maddi hem de manevi yoksunluğu ve zulme maruz bırakılmışlığı kapsamaktadır. Kendi iradesi ile zulmü kabullenip, hakka ulaşabilecekken çaba göstermemiş olanlar zaten mazlum olamazlar. O halde İmam Hüseyin’nin (a.s.) dile getirdiği “mazlumun dini sorulmaz” ilkesi İslam’ın özü olduğu gibi “zalimin dini ve mezhebinin sorulmayacağı” ilkesi de bugünün geçerli ilkesidir artık. Ve kelime-i şehadeti kendilerinin cennet pasaportu olarak telakki edenlerin kirlettiği bu hakikat, cennet ile cehennemi ayıracak uçurumlardandır aynı zamanda.
Sırf şekilsel ibadetler ile Allah’ı (c.c.) minnet altında bırakmak isteyenlere aslında cevap yine Resulullah’tan gelmiştir. Resulullah (s.a.a.) “Hepinizden önce Ben havuzun başına gelirim. Sizden bazı kimseler benimle beraber çıkarlar sonra da bazıları benim önümden alınıverilirler. Ben: “Ya Rabbim! Onlar benim ashabımdırlar” derim. Bana da:“Şüphesiz senden sonra onların neler yaptıklarını sen bilmiyorsun” denilir.” buyurarak adeta bu döneme de ışık tutmuş ve ömrünü cihad, namaz, oruç ile geçirseler bile doğru safta olmayıp, doğru insanları takip etmeyenlerin düşeceği durumu gözler önüne sermiştir. Nitekim Yezid ordusunun komutanı olan Hür de namaz ehliyken yanlış safta bulunması onu cehenneme sürüklemiş, doğru safı teşhis ettiğinde ancak kurtulabilmiştir. Veya Hayber’in fethi sırasında Resulullah’ın (s.a.a.) hak olduğuna iman edip bir tek rekat dahi namaz kılmayan çoban şehadetle müşerreflenmiştir.
Bu tür örnekler ve İslam tarihinin bizzat kendisi insanı kurtuluşa veya helake sürükleyecek olan asıl imtihanın safını doğru teşhis etmek olduğunu bizlere göstermiştir. Alnı secdeden nasır tutanların İmam Ali (a.s.) gibi bir insan-ı kamili secde halindeyken şehit ettiğini ve yine alnı secde gören bazılarının İmam Ali’nin namaz kıldığına şaşırdığını öğrendiğimizden beri secdenin değil İmamın cennetin anahtarı olduğunu idrak etmiş durumdayız. Elbette ki bu sözden amacımız İmam kabul ettiğimizin yüzünü kara çıkaracak şekilde bir yaşantıyı benimsemek değil, O’nun arkasında saf bağlamanın değerini ifade etmektir. O halde hangi din veya mezhepten olursa olsun, zulme karşı doğru safı seçip İmam’ın arkasında meydana çıkanlar ile hangi din veya mezhepten olurlarsa olsunlar zalimlerin arkasında saf tutup secdeye varanlar Allah (c.c.) katında bir olmayacaklardır. Zalimlerin ele geçirdiği ve insanları hakka ulaşmaktan men etmek için kullandığı dine mensup olmasalar da hakkı teşhis edip haklının yanında cesaretle yer alanlar o haklının gideceği yerin misafiri olacaklardır. Nitekim İmam Cafer a.s. “Kaim (a.s.) kıyam edince ailesinden olduğu sanılanlar bu işten ayrılır; güneş ve aya tapanlara benzetilenler ona katılır” buyurarak günümüzü o günden resmetmiş, bugün İslam İnkılabına ve İmama düşman olan zahitlerin değil, İnkılaba ve İmama sadık olan Latin Amerika ve direniş cephesinin diğer dinlere mensup mazlumlarının değerli olduklarını beyan etmiştir.
Kıyam ettiğinde tahrif edilmiş dini yerle yeksan edip öz Muhammedi İslam’ı tesis edeceğinden yeni bir din getirmiş gibi bir hava oluşturacak olan İmam Mehdi’nin (a.f.) en büyük düşmanlarının o tahrif edilmiş dinden olacağı, en büyük dostlarının ise hangi din veya mezhepten olurlarsa olsunlar mazlumlar olacağı İslam İnkılabı ile ortaya çıkmış bulunduğundan, bugün kendilerine cenneti hak olarak görenlerin birçoğunun ahirette şok olacaklarına o kadar çok eminiz ki, yazımızın başındaki ayette belirtildiği gibi onlara “bu kadar eminseniz ölümü dileyin” diye sesleniyoruz. Çünkü biliyoruz ki ölüm size ulaşınca çok şaşıracaksınız çok. Namaz kılan önderlerinizin peşi sıra sürüldüğünüz cehennemin narına yaklaştıkça cennete doğru yol alan mazlumlara bakıp hayıflanacaksınız. Hiçbir şefaatçinin size selam dahi vermediğini ama mazlumları sahiplendiğini görünce “kininizden gebermek isteyeceksiniz”(Al-i İmran 119) ama artık ölüm olmayacak azaptan başka. “Keşke toprak olsaydım”(Nebe 40) deseniz de bu dünyada haklarını gasp edip inlettiğiniz mazlumların sevinç çığlıklarından sesiniz duyulmayacaktır. Çünkü hem dünya hem ahiret sevinci direniş cephesinin önderlik ettiği mazlumlarındır ve onlar kibirlenenlerden ve bozgunculuk yapanlardan değillerdir.
“İşte âhiret yurdu! (Biz) onu yeryüzünde büyüklenmeyi ve fesâdı istemeyenlere veririz. (Güzel) âkıbet ise, takvâ sâhiblerinindir.”(Kasas 83)
siyasetmektebi.com