Kitap AnaliziSon Yazılar

ÇOBAN VE KOYUN SÜTÜ…

Pavluslar ve Pavluscuklar...

Tarih, her ne kadar geçmişle ilgili görünse de bugünün ve geleceğin inşa edilebilmesi için gerekli malzemelere haiz bir depo gibidir. Bu yüzden bugünü anlamak ve yarını daha güçlü karşılamak isteyenlerin kendilerinden önce gelip geçmiş olanların yaşadıklarını, tecrübelerini, doğrularını ve yanlışlarını iyi öğrenip davranış ve tutumlarını şekillendirmeleri elzemdir. Çünkü en uygun hareket metodlarını belirlemeleri, basiret ve ferasetlerini geliştirmeleri geçmişi iyi analiz etmelerine, onu iyi öğrenmelerine bağlıdır. Bu noktada Kur’an bir çok surede geçmiş kavimleri örnek verip, o kavimlerin peygamberlerinin a.s. verdikleri mücadelelerden bahsedip müminleri geçmiş kavimlerin yanlışlarından korumak istemekte ve yanlışlara karşı takip edilecek metodu öğretmeye çalışmaktadır. Ayrıca Allah c.c. “De ki: Yeryüzünde dolaşın da, öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş, bakın! “(Rum 42) ayetiyle bizi tarih bilinci konusunda uyararak tarihi içinde bulunduğumuz imtihan dünyasından başarıyla geçmemiz için önemli bir ibret vesilesi olarak sunmaktadır. Anlayacağınız Kur’an bizleri eğitirken tarihten faydalanmakta ve bize de tarihten haberdar olmayı farz kılmaktadır.

Bu nedenden dolayı biz de bu sayfalarda anlatmak istediğimiz birçok hakikati tarih üzerinden örneklendirmeye ve daha anlaşılır, somut bir halde sunmaya çalışmaktayız ki yeryüzünde muhatap olduğumuz zulmün kökeni ve bu zulümle mücadelenin metodu netleşebilsin. İşte bugün de İsa’nın a.s. getirdiği dini tersyüz eden ve hatta İsa’dan a.s. bağımsız kılan Pavlus’tan bahsetmeye niyetlendik ki günümüzün Pavluslarının ve Pavluscuklarının maskeleri düşsün, mazlumlar dost görünen düşmanlarını tanıyabilsin.

Yıllar önce 1994 yılında “İnsan Yayınları”ndan çıkan veM. Ataurrahim”in yazdığı “Bir İslam Peygamberi Olarak Hz. İsa a.s.” kitabını okuduğumuzdan beri özellikle Pavlus konusunun üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorduk. Ama “Milel ve Nihal Yayınları”ndan çıkan Şinasi GÜNDÜZ‘ün akademik bir dille kaleme aldığı 2019 basımlı “Pavlus” kitabını okuyunca bu konunun bugünle kıyaslamalı irdelenmesi gerektiğine kani olduk. İnsan yayınlarından çıkan kitap bir bütün olarak Hristiyanlığı ele alırken ve sonraki süreçlerde yaşanan tevhid ve teslis mücadelelerinden bahsedip sadece teslisin Hristiyanlığa iliştirilmesi noktasında Pavlus’u ele alıp O’nun münafıklığını direkt ortaya koymuşken, Pavlus kitabının yazarı konuyu daha akademik bir dille işleyip kesin yargıya varmaktan kaçınmış ve kitabın adından da anlaşılacağı gibi sadece Pavlus’u konu edinmiştir. Pavlus’la ilgili aralarındaki nüansı dikkate almazsak eğer her iki kitap da O’nun İseviliği bozup Hristiyanlığa devşirdiğini izah etmektedir diyebiliriz. Sadece birine göre Pavlus’un bunu yapma sebepleri farklıyken diğeri bu sebeplerin doğru olmayabileceğine değinmiş, birinin kabul ettiği delilleri diğeri şüpheli bulmuştur ama ana mevzu Hristiyanlığın kurucusunun Pavlus olduğudur.

Bizim edindiğimiz kanaate göre ise Pavlus kelimenin tam anlamıyla münafık ve aslında mantık olarak da siyonisttir. İleride bizatihi Pavlus kitabında aktarılan kendi sözleriyle de bunu izah edeceğiz. Bu yazımızda Pavlus kitabını esas alacağız ve orada Pavlus’a atfedilen sözler üzerinden yorum yapacağız.

Pavlus, kitapta aktarıldığı üzere bizatihi kendisi itiraf etmektedir ki daha önceleri İsevi’lere büyük zulümler yapan bir Ferisi’dir. Yani yetiştirilme ve tarzı ve bakış açısı olarak bugünün siyonistlerinden bir farkı yoktur. Farklı düşünen ve inananlara düşman, başka dini bırakın başka mezhepten olanlara kin kusan bir Yahudi’dir. Antakya ve çevresinde faaliyetlerine başlamış ve sonradan hidayete(!) erdiğinde ise yine bu çevrede tebliğ faaliyetlerine devam etmiştir. Şam’da Hz. İsa’yı a.s. manevi alemde(!) görene(!) kadar İsevilere kin kusan Pavlus, bir anda tanrının seçilmiş elçisi olduğunu anlatmaya başlamış ve fırtına olup eserek yıkamadığı iman ağacının içine kurt olarak girmiştir.

Bunu yaparken de özellikle daha önce Helen-pagan kültürünün olduğu ve İsevilikle yeni tanıştıkları için geçmiş inançlarını henüz tam olarak terketmemiş olan bölgelerdeki insanları hedef alan Pavlus, o bölgelere gerçek iman ulaşmadan kendi öğretilerini yaymaya başlamıştır. Kendisini “İsrail soyundan, Benyamin kabilesinden öz be öz İbrani” olarak tanımlayan Pavlus, Hz. İsa’nın a.s. getirdiği berrak inancı tebliğ faaliyetlerinde bulunduğu bölgelerdeki pagan-putperest inançla karıştırmış, İsevilik o bölgelerde Hristiyanlık adını almıştır. Elbette ki eski bir İsa a.s. düşmanı olarak kendi  İsevilere kabullendirmek için değerli birilerine ihtiyaç duyan Pavlus, Barnaba’nın basiretsizliğinden alabildiğince faydalanmış, onunla 11 yıl gezmiş ve sonrasında ondan ayrılmıştır.

Pavlus önce İsa’nın a.s. varlığını çarpıtmış, kendini sürekli olarak “insanoğlu ve peygamber” olarak tanımlayan Hz. İsa’yı, tebliğde bulunduğu bölgelerde “tanrı oğlu, Rab” olarak tanıtmıştır. Böylece İsa’dan bağımsız Hristiyanlığın temelini atmıştır. Bu tıpkı Resulullah’ı s.a.a örnek alınmasın diye “insan”lığından soyutlayıp güya yücelterek O’na s.a.a. uymanın neredeyse imkansız olduğunu söyleyenlere ve Ali’siz a.s. alevilik tasarlayanların çabalarına benzemektedir. Görüntüde iman edilen yüceltilmektedir ama aslen o değerli şahıs hayattan soyutlanmaktadır. Zaten Pavlus bir süre sonra Hz. İsa’nın a.s. kendilerini bağlamadığını söyleyip ürettiği yeni İsa’yı insanlara sunmuş ve dini “güncellemiştir.” Bağlılarına kendisini örnek almalarını tavsiye edip yaptığı bütün gayr-i meşru eylemleri dinin özü olarak takdim etmiş, “bana herşey serbest, ancak ben hiçbir şeyin kölesi olmam” diyerek “çalacağı” minarelere kılıfı hazırlamıştır.

Hazır çalmanın bahsi açılmışken Pavlus, kendisini iman edenlerin paralarını yemekle, tabiri caizse onları sömürmekle suçlayanlara verdiği “Kim sürüyü güdüp de sürünün sütünden içmez?” gibi gayet veciz bir cevapla nedenli mahir bir “çoban” olduğunu, inancı kullanarak geçimini sağlamanın meşruiyetini ve “çalsa da çokça çalıştığını” izah etmiştir. Aslında bu cevap Pavlus’un faaliyetlerinin mahiyetini de özetlemiştir ve ayrıca bu cevap bugünün Pavluslarının ve Pavluscuklarının neden sürekli “ya Allah, Bismillah” deyip Kur’anı hatmettiklerini, salya sümük gözyaşları döktüklerini, sarık ve cübbe taktıklarını ve tüm bunlardan dolayı dünyalıkları kendilerine ait gördüklerini anlamak için yeterlidir.

“Koyunlarını sağarken” Pavlus, tanrısal hukuku da (şeriati) reddedip bu hukuku günahların varlığıyla ilişkilendirmiş, kendi ürettiği “mesih” sevgisinin kurtuluş için yeterli olacağını beyan etmiştir. Böylece “kalbi temiz(!)”lerin yolunu açmış, amelleriyle Allah c.c. ile savaşanların aslında niyetlerinin önemli olduğu fikriyatını meydana sürmüştür. Tıpkı Emeviler döneminde ki mürcie gibi ameli bozuk iktidarları temize çıkarmanın yolunu açmıştır.

Zaten Pavlus hiçbir zaman Roma iktidarları ile çelişmemiş hatta faaliyetlerinde Roma’nın desteğini görmüş, Roma vatandaşlığıyla hep övünmüştür. Bu bağlamda Pavlus, Hz. İsa’nın a.s. aksine sosyal siyasal sisteme karşı asla durmamış o sistemi benimsemiş, “iktidarları tanrının temsilcisi” olarak görmüştür. Yani Pavlus da devleti kutsamış, başta “zalim de fasık da olsa” kim olursa olsun itaati farz bilmiştir. Böylece saray yıkacak İsevilik, saray dini Hristiyanlığa dönüşmüş ve bizlere çok tanıdık bir hale gelmiştir.

Pavlus ayrıca kölenin köleliğine razı olması gerektiğini, bunun tanrının iradesi olduğunu beyan edip kendisine sığına bir köleyi efendisine teslim ederek bugün başımıza gelen her şerri Allah’a c.c. atfederek zalimleri ve zulmü temize çıkaranların ve zulmün sofrasında karınlarını doyururken mazlumlara sabrı ve şükrü tavsiye edenlerin atalarından olduğunu da belli etmiştir.

Adeta Makyavel’den 1400 sene önce makyavelizmi kuran Pavlus, “nabza göre şerbet vermenin” kitabını bugün ki sahiplerinden çok önceleri yazmış, Kudüs’te havarilerin yanında şeriati savunurken, batıda onu eleştirerek ve Roma’yı savunarak sanki döneminin Trump’ıyla selfie çekip, siyonistlerle ticaretini ihya etmiş ama Kudüs için veryansın etmiş gibidir. “Herkese karşı herşey oldum” derken bugün yaşasa “emir komuta merkezinin direktifiyle” müslüman dahi görünebileceğini itiraf etmiştir.

Son olarak şunu beyan edelim ki Pavlus bütün bu faaliyetlerini İsa’dan a.s. hemen sonra gerçekleştirmiş, “O’nu a.s. görme gereği hissetmediği” halde O’nun a.s. dininin tebliğcisi(!) olmuştur ve bu sırada havariler hayattadır. Kudüs’te havari Yakup ve çevresi gerçek İseviler olarak bulunmakta ve Pavlus’u kabul etmemektedirler ama onların dar alana sıkışmışlığına rağmen Pavlus Antakya, Tarsus, Çanakkale, Trakya ve Anadolu’yu 4 defa dolaşmış, en son gittiği Roma’da da faaliyet yapmıştır.

Yani hakka gerçekten tabii olanların sessiz kaldığı veya seslerini yeterince duyurmadıkları ortamlarda Pavlus ve Pavluscukların sesi gür çıkacak, hakkın hakikatin mezarını kazanlar o mezarlar üzerinde saraylarını inşa edeceklerdir. Öyleyse hakka iman edenler için suskunluk, bezginlik, yılgınlık ve korku en büyük günahtır ve bu günah diğer bütün günahların yayılmasının zeminini oluşturur. O halde her alanda Pavlus’lardan ve Pavluscuklardan önce ve daha gür bir seda ile hakkı haykırmak gerçek müminlerin, muvahhidlerin yani Hizbullahilerin üzerine farzdır…

siyasetmektebi.com

 

 

Etiketler

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Nurcu görünüp nurculuğu tahrip etmek isteyen feto vb yapılar pavlusun takipçileri diyebilir miyiz.

    1. Onları da, islamcı görünüp her türlü haramı helalleştirenleri de velhasıl aslında iman etmedikleri halde iman etmiş gibi davranıp hakikatin özüne saldıranların tümünü de “pavlus” sayabiliriz…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı