BİZ GELDİK EY KUDÜS!

Öksüz ve yetim kalmıştın. Sağırlık, asrın vebasıydı ve bulaştığı her coğrafyada sultanlar yetiştiriyordu dünyaya tamah eden. Bu yüzden duyulmuyordu iniltilerin. Körlük, doymayan nefislerin baktığı pencere olunca görülmüyordu gözyaşların ve kan, sana rengini veriyordu yıllarca. Kırılmış ellerinden uçup giden umudun hazana durmuş yaprak misali savruluyordu çöllere, susuzluk gibi kaplıyordu hüzün hücrelerini zulmün ateş gibi yağdığı günlerde. Umursamazlık anahtarı ile açmıştı şeytanlar asırlar önce konuldukları kafeslerin kilidini ve salıverilmişti ihanet tutsak edildiği vahdet zindanından. Süleyman (a.s.) da yoktu artık. Ateşten yaratılanlar rahatça çarpıyordu topraktan gelenleri. Arsızlık yağmuruyla ıslanan topraklar çamurlaşıyordu çünkü. Mabedin, putların işgali altına girmişti. Miraç eskilerin masalı diye anlatılıyordu hakikatine vakıf olunması istenmeyerek. Menkıbeler şehri olmuştun. Herkes güzelliğinden bahsederken kimse esaretini dillendirmiyordu. Özgürlüğü sana yakıştıramayanların dayattığı özgürlüğe aşık olan aklı evvellerin başları ağrımasın diye ağrıyordu her yerin.
Sen, ezilirken kimsesizliğin dikenli yollarında yürümeye mahkum bırakılmış olarak, lal oluyordu dili iyi laf yapan soytarıların. Her mevzudan ahkam keserken kesiyorlardı senin sesini ve bakmak isteyenin başını çeviriyorlardı başka yöne. Görünmezlik keşfedilmişti sen işgal edildiğinden beri. Görünmüyordu görülmesi gerekenler, göstermesi gerekenler göstermeyince. Tutulmuş köşe başlarında haykırılmayan diğer hakikatler gibi adının esamesi dahi okunmuyordu o köşe başlarını işgal eden haramilerin dilinden dökülen onca kelimenin arasında. Terkedilmiştin sahiplenmeleri gerekenler tarafından. Bükülmüştü boyunun zulme secde ederek miraca çıktıklarını zannedenler yüzünden. Bu yüzden düşmanın daha yüzsüz daha pervasız oluyordu. Dostlarını, dostları haline getiren düşmanın bu yüzden meydan okuyordu yedi düvele. Çünkü zillet ile harmanlanmıştı düşmanını dost edinenlerin benlikleri. Yenilgi en çabuk kabul edilen hakikat(!) oluyordu izzetin taşınamaz yük haline geldiği yüreklerde. Bundan güç alarak salıyordu salyasını düşmanın aleme ve “Kur’anın bahsettiği müslümanlar gelsin, düşünürüz!” diyordu, Kur’anın yıkılacaklarını müjdelediği kendisine bildirildiğinde Şimon Peres denen hergele.
Öyle bir devirdi ki korkaklığın binbir türlü bahanesi üretiliyordu satılmışlığın fabrikalarında ve reklamı yapılıyordu 6 günde. İmanın boşalttığı kalpleri işgal eden küfür, hizmet etmek için kafire fırsat kolluyordu ve nifak yetişiyordu yardımına. Kardeşlik soya sopa bağlandıkça açılıyordu mesafeler kardeşler arasında. Bir avuç zalimi yenemiyordu(!) yine bir avuç zalimin emrine girmiş olan milyonlarca mazlum. Her telden çalanlar çalıyordu ninnileri kahramanlık üzerine ve kahramanlar yetiştiren ümmet kabulleniyordu uykudayken yenilgiler çağını. Ne sağ ne de sol yol gösteremiyordu yönünü kaybetmiş olanlara ki onlar ne yana dönerlerse dönsünler her yönün Allah’a (c.c.) ait olduğunu unutmuşlardı, bu yüzden kaybetmişlerdi benliklerini karanlık dehlizlerde. Nurdan eser yoktu karanlığın saltanatında. Ve karanlık sadece küfretmekle dağılmıyordu eylemsizliğin itibar gördüğü dünyada. Sen ümmetin kararan kalbiydin ve kabullenmişlik ile daha da çok kararıyordun ki kalbi kararan ümmet artık ölüyordu manen.
İşte böyle bir dünyada sana yalnızlık hükmü verilmişken doğuyordu güneş sürgün edildiği Süreyyadan yeryüzüne inerek. Eriyordu zemherinin saraylarının sütunları, tufan oluyordu yağarken zulmün üstüne. Zalimlerin kulaklarını sağır ediyordu bu sefer duyulan sayha ve “sur” hayat bahşediyordu üflenince. İmam’ın (r.a.) hakikatleri ifşa eden varlığına râm olunca ümmet, batıl su üzerindeki köpük gibi uçup gidiyordu. “Lebbeyk” sedası kaplıyordu “cihanı ıslah etmek için kıyama” çağıran İmam’ın (r.a.) sözlerine cevaben. “İslam’ın gününde” kutlanıyordu yeniden doğuşun ve “müminler ellerine bir kova su alarak” koşuyordu sınırlarına doğru. Şeytanlar için her ay Ramazan oluyordu İmam’ın (r.a.) basireti ile ve Cuma kaplıyordu bütün haftaları. Artık kestiğin umudun yeşersin diye kanlarını sana bağışlıyordu ümmetin İmam’a (r.a.) aşık gençleri. Sen İmam’ın (r.a.) şehriydin ey Kudüs, yalnız bırakmayacaktık artık seni. Bir tohum olarak kahramanlarını sinesinde saklayan ümmetin bağrına bahar gelince tohumlar filizleniyordu meydanlarda, kızıl güller deriliyordu karanlıklar yurdunda. Direnişin kokusu sardıkça etrafı zilletin bunaltıcı havası dağılıyordu yeryüzünden. Ve sen yeniden nefes alıyordun, yeniden diriliyordun bir güvercin gibi kanatlarını çırptığında üzerine çökmüş olan zulmü dağıtarak.
“Yenilgiler çağının kapıları kapanıyordu” İmam’ın (r.a.) evlatlarının eliyle bir daha açılmamak üzere. Kur’an’ın bahsettiği müslümanları bekleyen zalimlere haber salınıyordu” Biz Muhammed Ordusuyuz, geri geldik ve Kudüs yolunda ilerliyoruz” denilerek. Bu yolun her karışı şahit oluyordu fedakarlığa, basirete, vefaya, cesarete. Her karışa ekiliyordu şehitlerin diri kalan bedenleri ki bu bedenler kısaltıyordu yola yeni çıkacaklar için mesafeleri. Zaferler sabırsızlıkla bekliyorlardı tecelli edecekleri zamanı. 82 oluyordu, 96 oluyordu, 2000, 2006, 2008, 2014 oluyordu ve doğuyordu birer birer izzet ve zafer ikizleri. “Heyhat minezzileh”in tefsirini yazıyordu yaşayarak sana doğru koşanlar. İmam (r.a.) dipdiri duruyordu karşımızda. İmam (r.a.) diriliyordu İmam ile.
Ve bugün bizler “Kuduz bir köpeğin” itlafının zamanının geldiğini duyuyoruz İmam’ın ağzından ki o ağızdan hakikatten başka bir söz duymadık bugüne kadar. Sensiz “namaz, oruç, cihad ve birçok değerin anlamsızlaştığını” öğrendiğimizden beri seni kalbimiz gibi değerli biliyoruz. Senden bizi uzaklaştırmaya çalışanların, seni unutturmaya ve değersizleştirmeye çalışanların kimlerin dostu olduğunu biz çoktan anladık. 36 yıl önce açıldı gözlerimiz ve gerçekler ayan beyan çıktı ortaya perdelerin ardından. Bizden öncekilerin üzerine farz olan orucu tuttuğumuz gibi tutacağız İmam’ın buyruklarıyla somutlaşan kopmaz kulpu. Bizden öncekilerin ektiklerini biçeceğiz yaklaşan hasat mevsiminde ve ne sen ne de ümmet yalnız kalmayacak bir daha. Ramazan ki nazil olmuştur Kur’an kendi içinde, zaferlerin nazil olduğu aydır tüm ayların içinde. Kur’an değil midir zaferi bize muştulayan o halde tutulan oruçlar vesiledir ulaşmak için ilahi vaade. Sen bizimsin ey Kudüs! Tüm şehirler gibi bize aitsin bu yeryüzünde. Bizim için yaratılmıştır alemler. Bizim içindir bunca nimet. Biz ki Allah’ın (c.c.) yeryüzündeki halifesiyiz o halde bizim olan Allah’ındır (c.c.) zaten. Allah’a (c.c.) ait olanı O’nun (c.c.) düşmanlarının elinden kurtarmak boynumuzun borcudur şükrümüzün kanıtı olarak. Önce sen ey Kudüs! Sonra tüm yeryüzü.
Biz böyle bir hakikatin varlığına iman ettik İmam’ın (r.a.) yoluna iman edince. Ve İmam ile bu hakikatin zuhuruna yaklaştığımızı hissettik attığımız her adımda. Suni gündemlerin tutsağı olmadık olmayacağız da. Yaralıyken kalbimiz, kırılan tırnağımızın hesabını da yapmayacağız. “Başka şehirlerde var neden hep Kudüs” diyenlere aldırış etmeden tüm şehirlerin yolunun senden geçtiğini bilerek ilerleyeceğiz. “Sana Kerbela’dan geleceğiz”, senden her şehre gideceğiz. Önce “Lebbeyk” diyeceğiz şehadete, sonra kucak açacağız özgürlüğe. Kurban olarak çıkacağız yola ki bayram edebilesin sen. Sen bayram edince bayram edecek hakikat, bayram edecek mazlumlar. Biliriz de ondandır bunca gayretimiz. Bizim kalbimiz olduğun gibi zulmün de kalbisin bunun da farkındayız. Bu yüzden yaşatmak için mazlumları, sökeceğiz zulmün karattığı kalbini ki sen yeniden atabilesin ümmetin bedeninde. Taze ve temiz kan aksın diye ümmetin damarlarında bağışladık sana kanlarımızı ey Kudüs!
Tarih ne yazarsa yazsın mühim değil. Kim ne söylerse söylesin umurumuzda değil. Bildiğimiz tek bir gerçek var o da seni “insanlar” kurdu ve “insanlar” fethedecek. İnsanlığın sembolüsün, mazlumların kurtuluş ümidi. Zulmün elinde esir olan tüm yeryüzünün umutla baktığı şehirsin. Sen kurtulursan kurtulacak alem, sen dirilirsen dirilecek ölüler. Bugün Allah’ın (c.c.) müjdelediği fetih sensin. Bugünün kutlu olsun. Bizler senin için çıktık yola. Sana yaklaştık. Biz geldik ey Kudüs! Aç kapılarını ve kurtar bizi…
siyasetmektebi.com