BENZET-BENZEME…

Biliyoruz, daha dün izlediğiniz ve bazılarınızın ortaya konan oyunun ve efektlerin etkisiyle gerçekliğine inandığı tiyatronun yorgunluğu henüz üzerinizde ve kiminizin kalplerinde burukluk yer etmiş durumda. Sistemin, düzenli olarak empoze ettiği öğrenilmiş çaresizliğin etkisi bazılarınızın bütün hücrelerini kapsadı kapsayacak bunun da farkındayız. Zaten bu sayfalar ve bunca yıldır sarfettiğimiz çabaların temel amacı da böyle bir çöküşten sizleri kurtarmaya çalışmak ve çoğunlukla bilinçsiz bir şekilde müptela olduğunuz çaresizlik hissinden azad etmektir. Ama bugün zannettiğiniz gibi dün izlenilen tiyatroyla ilgili herhangi bir şey yazmayacağız. O tiyatroyu değerlendirip vaktinizi çalmayacağız. Çünkü zaten daha önce defaatle “seçin”lerin bu tür sistemlerde herhangi bir şeyi değiştiremeyeceğini, sistemin bütün parçalarının topyekün olarak sistemi oluşturduğunu ve hangi uzvunu överseniz övün sistemi övmüş olacağınızı anlatmıştık.
Bu yüzden sistemin önünüze koyduğu sandıktan” hak, adalet ve özgürlük” çıkmasını beklediyseniz bizim yapabilecek bir şeyimiz yok. Hâlâ zulüm sistemlerinin, halklarının fikrine değer verdiğini düşünenlerin düştükleri çukurdan onları kurtarabilmek mümkün müdür bilemiyoruz ama biz yine tüm gayretimizle sizlere asıl düşmanın kim olduğunu, amacının ne olduğunu ve nasıl sistemleştiğini anlatmaya çalışacağız. Ve yine beyan edeceğiz ki sistemin içindeki herhangi bir kuruma verdiğiniz destek sisteme ve doğal olarak zulme verilen destek olarak kayda geçecektir. Bu desteğin “evet veya hayır” olmasının zerre önemi yoktur. Zulüm, yine kendi yolunda yürümeye devam edecektir. Zaten sosyal medyada birçok kardeşimiz de bunu anlatmak için çaba sarfetmektedir. Biz sadece bu “seçin”in yapıldığı hicri ayı dikkate almanızı ve “süfyani” ile ilgili hadislerde “süfyani”nin “huruc”unun ne zaman olacağının beyan edildiğine bakmanızı tavsiye edeceğiz ki nasıl bir sürece girdiğimizi, bizleri nelerin beklediğini anlayabilesiniz.
Neyse, gelelim asıl konumuza. Bugün “Sebataizm”i ve “sebatistleri” incelemeyi düşünmekteyiz. Bunun nedeni de yazımızın başlığını oluşturan ve “sebataistlerin” en temel ilkeleri olan “bezet-benzeme” ilkesidir. Bu konuyu incelerken elimizdeki temel kaynak kendisinin de sebataist olduğunu belirten ve yayınladığı kitabın girişinde hayatı anlatılırken meşhur sebataist Şimon Zwi’nin (Şemsi Efendi’nin) 6. kuşaktan torunu olduğu söylenen Ilgaz Zorlu’nun, “Evet Ben Selanikli’yim” ismiyle 1998 yılında Belge Yayınları tarafından yayınlanan kitabının 1999 yılındaki 5. baskısıdır. Bu kitap, Ilgaz ZORLU’nun 1990’ların başından itibaren Sebataizm ile ilgili olarak yazdığı ve çeşitli dergilerde yayınlanmış olan makalelerinden oluşmaktadır.
Yazar, bu makaleler için İsrail dahil çeşitli yerlerde araştırmalar yaptığını, isimlerini veremeyeceği bazı Sebataistlerle yüzyüze görüştüğünü ve kaynakları ve belgeleri bizatihi gördüğünü belirtmiştir ki biz de buna inanmaktayız. Zira yazar içinde bulunduğu toplumun yapısını, dışarıdan bakanlara göre çok daha iyi bilecek durumdadır. Bu yüzden kitaptaki birçok bilginin gerçekliğine inanmaktayız ama bu bilgilerin yorumuna katılmamaktayız. Çünkü yazar kitabı yazarken Sebataistlerin artık eski özelliklerini yitirdiklerini, kendi aralarında dahi birleşemediklerini ve topluma yön verecek güçleri bulunmadığını anlatmaya çabalamakta ve bir nevi “korkacak bir şey yok, sakin olun” demektedir bize. Ama bunca yıllık insanlık tarihinden öğrendiğimiz şey şudur ki eğer bir yahudi, hele ki siyonistse, bize “sakin olun sorun yok” diyorsa bizi uyutmaya ve tedbiri elden bıraktırmaya çalışıyordur ki planlarını rahatça uygulayabilsin.
Zaten kitabın birçok yerinde Sebatiastlerin süfyani sistemin kuruluşundan itibaren üstlendikleri rolleri anlatmakta olan yazar bu noktada kendi ile çelişmektedir. Çünkü Selanik’in Sebataistlerin merkezi olduğunu, Jön Türk’lerin, mason localarının vs. hep buradan neşv-u nema bulduğunu hatta deccalın gittiği Şemsi Efendi okulunun Sebatiastlerin okulu olduğunu ve o okula kendilerinden başkasını almadıklarını beyan ederek aslında Sebataizm’in bugün muhatap olduğumuz süfyanizmin zeminini hazırladığını da bir nevi itiraf etmektedir. Kaldı ki yazar Sebatay Sevi’nin hayatını anlatırken O’nun Seferad Yahudi’lerinden olduğunu, Mehdilik iddiasında bulunduğunu, ortaya attığı fikirlerle “siyonizmin” babası sayılabileceğini ve bütün çabasının Yahudileri Filistin’de kurulacak İsrail’de birleştirmek olduğunu beyan ederek nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğumuzu da izah etmiştir aslında.
İşin ilginç yanı, ki yazar da buna şaşırmaktadır, Sebatay Sevi bu fikirlerle ortaya çıktığında Osmanlı idaresinin O’na hiç müdahale etmemesidir. Yazar bunu Osmanlı’nın özgürlükçü ortamından bahsederek cevap vermektedir ama bu cevap bize pek de inandırıcı gelmemektedir. Bunca sessizlikten soran ise o dönemin Yahudi uleması Sebatay Sevi’yi Osmanlı’ya şikayet edince Osmanlı mecburen müdahale etme gereği hissetmiş ve Sebatay Sevi bu müdahale sonrasında müslüman(!) olunca O’na hemen rütbe verip maaş bağlamıştır. İster istemez bu muhabbet niye sorasımız gelmektedir.
Sebatay Sevi müslüman olunca “Aziz Mehmet” ismini almıştır ama yazarın ısrarla belirttiği gibi asla Yahudi inancından vazgeçmemiş ve kendisini takip eden 200 aileye de bu inancı korumalarını ve Selanik’e yerleşmelerini emretmiştir. Ve daha önce de beyan ettiğimiz gibi siyonizm ilk olarak bu toplulukta hayat bulmuştur. Zaten siyonist rejim kurulurken buradaki sebataistlerin o rejime verdikleri destek ve hata siyonist rejimin 2. cumhubaşkanı olan ve bazı sebataycılarca baba tarafından sebataist olarak tanıtılan İzak Ben Zwi’nin soyadını Sebatay Sevi’den (Zwi) almış olması da bunu ispatlamaktadır. İşte bu tür bir yapılanmanın başı olan Sebatay Sevi, yolun başından itibaren daha önce kendisi gibi İslam ümmeti için gizlenen İbn-i Meymun‘un ortaya attığı “benzet-benzeme” ilkesini düstur edinmiş ve kendisinden sonra gelen siyonistlere de yol gösterici olmuştur.
Kanaatimizce bu ilke iyi anlaşılırsa hem süfyani hem de onu var eden sistem tama olarak anlaşılabilecektir ve bugün muhatap olduğumuz birçok maske yüzlerden düşecektir. Öncelikle bu ilkenin 2 boyutu olduğunu beyan etmemiz gerekmektedir. Bu boyutlardan ilki “şekil olarak onlara benze ama asla onlar gibi olma” boyutudur ki klasik münafıklığın tezahürüdür bu. Bu mantıkta olan sebataistler (ilk dönem sebataistleri diyelim) dışardan müslüman gibi görünüp cemaat namazlarına katılmışlar, müslüman halkla içiçe olmuşlardır ama kendi aralarında siyonizmin gereklerini yerine getirip kapalı bir toplum olarak yaşamaya çalışmışlardır. Tıpkı bugün halklara musallata olan süfyani ve avanesinin sıkça yaptığı gibi bu tipler hâlâ dışarıdan bakıldığında müslümanlardan ayırt edilemeyecek şekilde yaşamaktadırlar. Süfyani gibi hacca (!) gitmekte, cemaat namazı kılmakta (!), torunlarına Kur’an öğretmekte(!), meydanlarda mızraklara sıkça Kur’an takmaktadırlar. Ya Allah, bismillah dillerindeki zikir olmaktadır ama yaşantıları ile Firavun’u, Nemrut’u geride bırakmakta, bütün İslam ve insanlık düşmanlarıyla dostluklarını pekiştirmektedirler. Dilleri Allah c.c derken gönüllerindeki ilah nefisleri olmaktadır. Bu münafıkları tanımak özellikle cehaletin esiri olanlar açısından gerçekten de zordur. Çünkü aynı dili farklı manada kullanma “usta”sıdır bunlar.
Ama “benzet-benzeme” ilkesinin asıl tehlikeli olan boyutu ise “onları kendine benzet, onlara asla benzeme” boyutudur ki süfyani sistem ilk deccal tarafından kurulduğundan beri bu coğrafyaların halkları bu görünmez saldırıya maruz kalmakta, inancından, kültüründen, özünden, örfünden ve insanlığından uzaklaştırılmaktadır. İlk deccal bunu zorla ve baskıyla gerçekleştirmek istemiş, kılığı-kıyafeti hedef almış, tatil günlerini değiştirmiş, inancın yaşanmasını önlemek istemiş ve inancıyla bağlarını koparmayanları “terörist” ilan ederek ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Ama süfayni sistem bir türlü istediği sonucu elde edememiştir. Ta ki gerçek süfyani sahneye çıkana kadar.
Süfyani, bahsettiğimiz ilkenin bu boyutunu, kendini yetiştiren “versace”li hocasından o kadar güzel öğrenmiş ve o kadar mükemmel tatbik etmiştir ki bugün muhatap olduğumuz garip tipler ortaya çıkmıştır artık. Nitekim o hocası önceleri siyonist diye tarif ettiği sistemin dişi uşaklarından biri ile “seçin”lerden sonra kameralar önünde el sıkıştığında, daha önceden hiçbir namahreme dokunmayan kendi takipçilerinin bilinçaltına bu günahı yerleştirmiş ve bir süre sonra bu tip hassasiyetlerin ortadan kalkmasına neden olmuştur. 28 Şubat sürecinde güya protestolar düzenlerken kız ve erkekleri el ele tutuşturan bu zihniyet, o dönemde ilk olarak kendi kızları ve hanımlarında örtünün biçimini değiştirerek bugün şahit olduğumuz garabetlerin zeminini hazırlamışlardır. Ayrıca “versace”li mücahit(!) her türlü lüksün içindeyken “Allah” denilebileceği izlenimini takipçilerine vererek İslam’ın “önder” tarifini de tahrif etmeyi başarmıştır ve o mektepten süfyani gibi bir talebe mezun olmuştur.
Bu talebe de hocası gibi ekranların karşısında aşuftelere sarılarak, uşaklarına, açtıkları içki fabrikalarının sayısını söyleterek, tesettürü defilelerde sergilenen fuhuşla eşleştirerek ve kendi kadınları üzerinden örnek sapkınlığı teşhir ederek, İslami bir devlet kaygılarının bulunmadığını beyan ederek, faize helal hoş olsun diyerek, fuhuşu, zinayı meşrulaştırarak, ellerinde bulunan kanallarda izlettirdikleri ile ahlaki yozlaşmayı hızlandırarak ve alenen İslam düşmanları ile dostluklarını ilan ederek, bu toplumun daha önce tahammül edemediği bir çok şeyi kalplere ve zihinlere yerleştirmeyi başarmıştır ve gelinen süreçte bunca yoldan çıkmanın mimarı olmuştur. Yani toplum artık onlara benzemektedir ve onlar asla bu topluma benzememektedirler.
İşte bu yüzden “benzet-benzeme” ilkesinin bu ikinci boyutu çok daha tehlikeli olmaktadır. Çünkü hak, topyekün yüreklerden kovulmakta ve batıl usulca boşalan o yerlere saraylar inşa etmektedir. İlk deccal bu ilkeyi zorla uygulayarak evet 10 yılda 10 milyon genç yaratmıştır ama süfyani bu ilkeyi çok daha “usta”ca uygulayarak yaşlı-genç, kadın-erkek milyonlarcasının imanı ile oynayabilmiştir ve bu yüzden süfyani siyonizmin gelmiş geçmiş en büyük, en önemli ve kudretli lideridir. O halde mücadele etmemiz gereken süfyani ve onu peyda eden sistemidir. Bu tip bir sistemin oyuncaklarına daldığımız sürece daha çok başkalarına benzer ve asıl hedefimizden uzaklaşırız. Ve o saatten sonra yolumuzu kaybettiğimiz için vardığımız sonuç ne olursa olsun batıl olur…
siyasetmektebi.com