Siret-ün NebiSon Yazılar

BEDEVİLEŞTİRİLEN KALPLERE HİTAP EDEBİLMEK…

bedeviler

“Bir çöl bedevisi, Medine’ye geldi. Allah Resulü’nden (saa) para istemek için doğruca mescide gitti. Resul-i Ekrem’in (saa), kalabalık ashabının arasında bulunduğu bir anda içeri girdi. Sıkıntısını söyleyip yardım istedi. Resul-i Ekrem (saa) ona bir şey verdi.
Bedevi, aldığını az görüp uygunsuz sözler söyleyerek Resul-i Ekrem’e (saa) saygısızlık edince, orada bulunanlar öfkelerine hakim olamadılar; neredeyse adama zarar vereceklerdi ki buna, Resul-i Ekrem (saa) engel oldu.
Resul-i Ekrem (saa), ertesi gün bedeviyi evine götürdü ve biraz daha yardımda bulundu. Bu arada bedevi, Resul-i Ekrem’in (saa) evinin hiç de padişahların evine benzemediğini ve altınlarla dolu bir yer olmadığını görmüş oldu. Aldığı yardımdan razı olduğunu belirterek teşekkür etti.
Resul-i Ekrem (saa) ona buyurdu ki:
-Dün biraz ağır konuştuğun için ashabımın öfkelenmesine neden oldun. O yüzden sana zarar vermelerinden korkuyorum. Onların öfkesini ve sana olan kinlerini bertaraf etmek için, biraz önce bana teşekkür ettiğin gibi, bir de onların arasında razılığını dile getirir misin?
Bedevi bunu kabul etti.
Ertesi gün herkesin toplanmış olduğu bir zamanda, mescide girdi.
Resul-i Ekrem (saa) topluluğa dönerek:
-Bu adam bizden razı olduğunu açıklamak istiyor, dedi ve şöyle sordu:
-Doğru mudur?
Bedevi:
-Evet, doğrudur, dedi ve bir gün öncesinde olduğu gibi tekrar teşekkür etti.
Resul-i Ekrem (saa) ve ashabı bu duruma sevindiler. Ardından Allah Resulü (saa) ordakilere dönerek şöyle buyurdu:
-Benimle bunun gibi kimselerin durumu, tıpkı devesi ürküp kaçan adamın durumuna benziyor. Deve kaçınca, insanlar güya onu sahibine geri getirmek için peşinden koşup bağrışırlar. Onlar kovaladıkça deve daha da kaçar. Devenin sahibi: “Rica ediyorum devemi nasıl yakalayacağımı, onu sakinleştireceğimi çok iyi biliyorum.” Diye onlara bağırmaya başlar. İnsanları engelledikten sonra gidip biraz ot alıp gelir. Bağırmadan, koşmadan ve sakin bir şekilde, elindeki otu deveye göstererek ona yaklaşmaya başlar. Sonra da kolayca ipinden tutup devesini alıp yoluna devam eder.
Ben de eğer sizi engellemiş olmasaydım, bu zavallı adamı öldürecektiniz. Hem de kötü bir durumda (o, putperest iken) onu öldürecektiniz. Ama size engel oldum, onu da yumuşaklıkla razı ettim.” (Doğruların Öyküsü kitabından alıntıdır.)

“Pek büyük bir ahlaka sahip olan”(Kalem 4) Resulullah’ın (s.a.a.), tebliğ ettiği dini temsil eden İslam İnkılabının muhipleri olan bizlerin, halka karşı takınmamız gereken tutumu ve ıslah hareketinin karakterinin ne olması gerektiğini muhteşem bir tarzda anlatan yukarıdaki kıssa, medeniyeti elinden çalınmış ümmetin, cehalet diyarına sürgün edilmiş bireylerine nasıl yaklaşmamızın uygun olacağını da özetlemiştir aslında. Sürekli zulmün taarruzuna maruz kalan ve zihinleri batılla iğfal edilen halkların, hakka temayülünün kolay olmayacağı, önce bahsi geçen manevi saldırının bertaraf edilip ruhlarda meydana gelen çarpık yapılaşmanın temellerinin sökülmesi gerektiği, sonra hakkın keskin ve kesin hakikatlerin yıkılmaz bir biçimde aynı ruhlarda ikame edilmesinin zarureti ve ancak bu şekilde yüreklerin fethedileceği gerçeği apaçık ortadadır.

Bu yüzden, “rabbimizin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırmakla”(Nahl 125) emrolunmuş bulunmaktayız. Çünkü ancak bu metodla kalplere hitap edebilecek ve oralara hükmeden korku ve cehalet krallıklarını söküp atabileceğiz. Geçmişi ile bütün bağları kesilmiş, inancını o inancın düşmanlarından öğrenmek mecburiyetinde bırakılmış, kaynaklarından uzaklaştırılmış “mustaz’af ümmetin yetim evlatlarına” karşı şefkati ön plana alan bir yaklaşım biçimini ilke edinmezsek, bu insanlar kendilerine şirin görünen batılın hakkı anımsatan ama haktan uzaklaştıran sözlerine kanabilir ve hak diye batılın safına geçebilirler. Veya İslamın şefkatli yüzüyle tanışma imkanını bulamayan ve İslam’ı tanımayan niceleri, katı kalbin temsilcisi olarak gördükleri bir dinden olabildiğince uzaklaşmaya çalışabilirler.

“Kafirlere karşı şiddetli ve müminlere karşı alçak gönüllü”(Maide 54) olmamızı öğütleyen yüce Rabbimiz (c.c.) birbirlerinin kardeşi olarak ilan ettiği müminlerin bir arada yaşamalarını ve “kendi ipine topluca sarılmalarını”(Al-i İmran 103) emretmekle, hak cephesinin birbirine kenetlenmesini ve böylece müminlerin hem bireysel hem de toplumsal anlamda tekamüle ulaşmasını amaç edinmiştir. Bir arada yaşama bilincine sahip olan müminler, batılla tek başlarına mücadele etmektense topluca mücadele etmenin nimetlerinden faydalanacak, hak yolunda sabit kalan ayakları, hem dünya hem de ahiret saadetinin yolunda adım atacaktır.

Bunu bilen batılın temsilcileri, hak cephesinin birlik olmaması için ellerinden geleni yapmakta, tefrika yaratabilecek bütün konuları sürekli olarak gündemde tutmakta, kini ve nefreti yüreklere ekmekte ve vahdetin önüne türlü engeller çıkarmaya çalışmaktadır. Kimi müslüman görünümlü batılın paralı askerleri de bu oyunda görev almakta ve zulmü ve küfrü değil de, hakkı ve hak cephesini hedef almayı kendilerine verilen görev gereği “usta”ca yerine getirmektedirler. Bütün bu çabaların amacı ümmetin kaynaşmasının önüne geçmek ve ümmetin bir bütün olarak zulmün karşısına dikilmesini engellemek olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Habire birbirini tekfir eden ümmetin mensupları asıl kafirleri görmezden gelmeye başlamakta ve hem tekfir ettikleri diğer müslümanlar hem de kendileri bu yüzden küfrün egemenliğinde yaşamak zorunda kalmaktadır. İşte küfre ve küfrün temsilcilerine, hedeflerine ulaşmaları için gerekli malzemeyi vermekten sakınmak ve onların elindeki en büyük ve en etkin silah olan tefrikayı almak için, ümmetin her ferdinin bir diğeri ile uhuvvet bağını kuvvetlendirmesi ve birbirlerine yaklaşırken düşmanca değilde müşfik birer kardeş gibi yaklaşmaları elzemdir. Ancak bu yöntem ümmetin birbirinden uzaklaşmasını engelleyebilir ve ancak bu yöntem zulmün ümmetin üzerinden kaldırmadığı elini kesebilir.

Resulullah (s.a.a.) bütün yaşamı boyunca bu şefkati müslümanlardan esirgememiş, onların yanlışları dolayısıyla onları lanetlememiş, aksine hidayetleri için sürekli dua etmiştir. Yazımızın başında aktardığımız kıssada da ortaya konduğu üzere Resulullah (s.a.a.), özellikle bilmemezlikten ve cehaletten kaynaklanan itirazlara asla sert çıkışlar sergilememiş, karşı tarafın kalbini kazanmayı, onu azarlamaya tercih etmiştir. Risaletin başlarında Taif’ten taşlanarak uzaklaştırıldığında dahi “ya Rabbi bilmiyorlar” diyerek insanlığa olan şefkatini belli etmiştir. Risaletinden ve İslam devletinin teşekkülünden sonra Medine’deki İslam devletine bağlı olduklarını ifade eden kimi bedeviler, itirazları sırasında Resulullah’ın (s.a.a.) yakasına yapışıp, mübarek boğazında morluklara dahi neden olmuşlardır. Buna rağmen sükunetini hiç kaybetmeyen Resulullah (s.a.a), bu tipleri dahi memnun edip geri göndermeyi bilmiştir. Oysa yukarıdaki kıssada olduğu gibi ashabına izin verse bu bedeviler belki de küfr üzere öldürülecekler ve ebedi cezayı hak edeceklerdir. Bu şekilde insanları yitirmektense onların gönlünü kazanıp, yine onları ateşten kurtarmak Resulullah’ın (s.a.a.) metodudur.

İmamlar’da (a.s.) bu metodu uygulamış ve kendilerini halkın içinde, hem de en ağır küfürleri eden düşmanlarına karşı şefkat silahını kuşanarak savunmaya geçmişler ve bu düşmanlar, İmamlarımızın (a.s.) bu silahından vicdanlarına sıkılan hakikat ve merhamet kurşunları sebebiyle, içlerindeki küfrü ve nifağı yok etmiş ve İmamlarımızın (a.s.) sahabeleri arasında yerlerini almışlardır. Tatlı dilin yılanı deliğinden çıkardığı hakikatı birçok tecrübeyle sabitken, İmam Hamaney ile ilgili okuduğumuz bir hatırada İmamın, bir yürüyüşünde uygunsuz bir vaziyette bulundukları sırada karşılaştığı bir bayan ve bir erkeğe, gayet şefkat dolu bir sesle evli olup olmadıklarını sorduğu, evli olmadıkları cevabını alınca da “yarın gelin nikahınızı ben kıyacağım” diye buyurduğu ve ertesi gün gençlerin İmamın yanına gidip nikah kıydıkları belirtilmekteydi. Resulullah’ın (s.a.a.) torununun O’nun (s.a.a.) sünnetine uygun hareket etmesi kadar doğal bir durum yoktur elbette. Ama burada bizlerin alması gereken dersler nedir? Biz o durumda birilerini görseydik ne yapardık? Veya Resulullah’ın (s.a.a.) yakasına yapışan bedevi bizim yakamıza yapışsaydı sonu ne olurdu? Ya da İmamlarımıza (a.s.) ulu orta -hem de annelerine- söven kişi, bize bu sövgüsünün onda birini yapsaydı tepkimiz ne olurdu?

Bırakın sövgüyü veya yakamıza yapışmalarını, sırf bizim gibi düşünmedikleri için aynı dinin mensubu olduğumuz kardeşlerimize karşı tavrımız nasıldır? Onları ne ile itham etmekte ve onlardan neden uzaklaşmaktayız? Neden onları hoş görmemekte ve onlara şefkat ile yaklaşmamaktayız? Dilimizden düşürmediğimiz tekfir ve hakaret sözcükleriyle kaç kişinin ahiretini kurtarmaya başardık? Veya parçası olduğumuz bu tefrika ve yanlış algıladığımız bu teberra sayesinde kimlerin saltanatları sağlamlaştı? Hangi dava ahlak olmadan, hele hele o davanın asli temsilcilerine uyulmadan insanlara ulaştırılabilmiş veya gönüllere sirayet etmiştir? Ahlakını uygulamadığımız ve hatta neredeyse benimsemediğimiz Resulullah’ın (s.a.a.) ve İmamlar’ın (a.s.) takipçileri olma ihtimalimiz nedir?

İslam İnkılabı bütün gayretiyle ve gücüyle hem ümmeti hem de bütün mazlumları bir araya getirmeye ve onların vahdetini sağlamaya çalışırken, İnkılaba bağlı olduğunu iddia eden bizlerin herhangi bir mazlumun kalbini bizim gibi düşünmediği veya inanmadığı için kırmaya hakkımız yoktur. Bizlerin asıl hedefi tüm yeryüzündeki zulmün sebebi olan zalimlerdir. Bir çok hakikatin karanlıkta kalmasına sebep olan bu zalimler, mazlumların adeta bedevileşip insani ve imani kemallerden habersiz kalmalarına ve doğru safta yer alamamalarına neden olmuşlardır. Bu yüzden oluşan bütün kinimizi ve nefretimizi kardeşlerimize değil, onları bu hale getirip haktan bihaber kalmalarına neden olan zalimlere yöneltmeliyiz. Velhasıl yukarıdaki kıssada belirtildiği üzere kaçan devemizi yakalamak istiyorsak bağırıp çağırmamak onu kendimize çekecek vesileler bulmak zorundayız. Bize bağırmamızı tavsiye edenlerin, bizi o devemizden mahrum bırakmak isteyenler olduğunu da unutmamamız hayrımıza olacaktır.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 

Göz Atın

Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı