BAYIRBUCAK RUSLARI…

Bu sayfalarda hep tekrarladığımız gibi zaman ahir zamandır ve bu zamanın savaşı hak ve batıl arasında vuku bulmaktadır. Ezenler ve ezilenlerin, zalimlerin ve mazlumların bu amansız savaşında bulunduğumuz saf bizlerin akıbetini de belirleyici olacaktır. Öyle bir savaştır ki bugün şahit olduğumuz, dinin, milliyetin, mezhebin bulunduğumuz safla irtibatı yoktur. Demek istediğimiz şudur ki bu değerleri gerçek değerlerine ulaştıracak olan bugün bulunduğumuz ve kendi irademizle seçmiş olduğumuz saf olacaktır. Bedir savaşında kılıçla kesilen akrabalık bağları gibi bugünkü savaşta da mezhep, din ve milliyet bağları kesilmekte, aynı dine,mezhebe ve milliyete sahip olanların kimi hakkın safını kimi batılın safını seçmektedir. Hakkı ve batılı tesbit etmek ise üzerimize farzdır. Ki burada açık olan şudur; hiçbir zalim hakkın safında yer alamaz. Yani eğer hakkın kendisini tanıyamıyorsak en azından zalimi tanımamız ve onun bulunduğu safın karşısına geçmemiz kurtuluşumuz için elzemdir. Bizim için hak ve batıl ayan beyan ortada olduğundan ve daha önceki yazılarımızda defaatle bunlardan bahsettiğimizden dolayı başını İslam İnkılabının çektiği Direniş Cephesini hak cephesi olarak teşhis etmiş durumdayız ve bu cepheye gönülden bağlıyız.
Bu bağlılığı esas alarak belirtmeliyiz ki kimilerinin zihinlerinde şüphe oluşturan ve süfyanın her türlü nifak aracını gayet güzel kullandığının en son delillerinden olan Bayırbucak Türkmenleri mevzusundaki fikrimiz, direniş cephesinin karşısında duranların hangi ırktan, dinden veya mezhepten olurlarsa olsunlar insanlığa ihanet ettikleridir. Bayırbucak denen yer yaklaşık 3 yıldır dünyanın 4 bir yanından toplanarak ümmetin başına salınmış olan vahşilerce işgal altında bulunurken, bu bölgedeki siyonist şebekelere tırlarla silah gönderilirken sesleri çıkmayanların bugün “kardeşlerimiz ölüyor” feryatlarının bu yüzden bir anlamı yoktur. Aslında bu feryatlarında haklılık payları da vardır. Neticede Direniş cephesinin kahredici tokadında darbe yiyen süfyani çetecilerin kardeşleridirler ve bunlar milliyetlerine bakılmaksızın kardeştirler. Tıpkı Direniş cephesinin erlerinin hangi milletten olurlarsa olsunlar kardeş olmaları gibi.
Öyleyse orada Türkmen olmadığını ispata da gerek yoktur. Orada ister Türkmen olsun, ister Kürt, ister Arap veya Fars sorun değildir. Direniş cephesinin karşısındaysa ve bu cepheye açılmış savaşa bi-fiil iştirak ediyorsa düşmandır ve helak edilmelidir. Mühim olan sivillere ve vahşilerin zoruyla oradan ayrılamayan mazlumlara dokunmamaktır ki biz İmam’a bağlı direniş erlerinin asla masumlara dokunmayacaklarına da eminiz. Ayrıca bu olaylar olmadan önce Bayırbucak diye bir beldenin varlığından dahi habersiz olanların bugün Bayırbucak ahalisi gibi ortalıkta dolaşması bile bu oyununun neden tezgahlandığını çok güzel özetlemektedir. Mezhep fitnesi tutmayanların milliyet fitnesine sarılmaları ömürlerini uzatmayacaktır. Ama kalbinde “hardal tanesi kadar” iman olmayanların kendilerini belli etmelerine yarayacaktır. Ki bugünlerde bunlar İslam İnkılabını dahi mezhep üzerinden eleştirip, kurdukları “bunlar ne biçim şii, Türkmenlere saldırıyorlar” nevinden sözlerle tıynetlerini ortaya koymakta, tıpkı yahudiler gibi dinlerini ırklarının tahakkümüne almaktadırlar. Ve eğer Yezid (l.a.) bunlarla aynı milletten olsaydı bunlar Hüseyin’e (a.s.) ağlamaz aksine Yezid’le (l.a.) iftihar ederlerdi. Çünkü üstünlüğü takvadan bilmeyenlerin, takva sahiplerinin düşmanlarına dost olmaları kaçınılmazdır.
Siyonist mantık her konuyu çok çetrefilli hale getirip zihinleri bulandırmakla iş gördüğü için bu tür konularda mümkün mertebe açık ve net olmak halkın mevzuları daha rahat kavramasına yardımcı olacaktır. Bundan dolayı gazete köşelerinde veya internet sayfalarında direniş cephesinin dostuymuş gibi yazı yazıp, böyle konuları açıklıkla izah etmektense, mevcut kafa karışıklığına yeni karışıklıklar ekleyenler, düşmanın saldırısına karşı zelil bir savunmaya geçenler ve halkı buna zorlayanlar ya aramızdaki truva atlarıdır ya da zaten fikirlerinin değeri yoktur. Dost ve düşman bellidir. Düşmanın safında olanların da dostun safında olanların da etiketlerinin değeri yoktur. Ama bazı durumlarda var ki düşman bizimle aynı elbiseyi giyer, aynı dili konuşur, aynı yönde seyahat eder. Ve artık ona güvenmemiz için yeterli ve gerekli ortam oluşur. İyice yanımıza sokulur ve gaflet anımızda bize son darbeyi vurur.
İşte “Rus ayısı” başlıklı yazımızda bu tür bir düşmana dikkat çekmek istediğimizde çokça tepki almış ve İslam İnkılabının siyasetine aykırı davranmakla itham edilmiştik. Dünkü uçak düşürme olayı da bize bu tür suçlamaları yöneltenlerin ellerini güçlendirmiş ve “bakın, Rusya’nın uçağı bile düşürüldü” şeklinde sözlerle bizleri karşı karşıya bırakmıştır. Ayrıca “Rusya, eğer direniş cephesinin düşmanı ise, direnişin düşmanları tarafından neden uçağı düşürülmüştür? Neden Rusya ile süfyaninin iktidarı karşılıklı söz dalaşına başlamıştır? Putin daha yeni İmam ile görüşmedi mi? Rus uçakları Işid’i sürekli vurmuyor mu? O halde itirazınız niye?” nevinden sorular da sürekli gündemdedir.
Bu noktada resmin bütününe bakmamız gerekmektedir. Rusya’nın siyonizmin dostu olduğuna dair en ufak bir şüphemiz yoktur ve direniş cephesinin safında görünmesinin tek nedeninin zaferi baltalamak, ümmeti direnişten uzaklaştırmak ve kendi çıkarları doğrultusunda kendi başına bela olacakları başka topraklarda yok etmek olduğunu hala düşünmekteyiz. Özellikle son bir aydır Rus yetkililerin Suriye ve Esad ile ilgili açıklamaları tekrar incelenirse bu sözlerimizin delilleri de bulunabilir. Peki o halde İslam İnkılabı neden Rusya ile ilişki içindedir? Bunun da işaretlerini Resulullah (s.a.a.) döneminde aramak gerekmektedir. Resulullah (a.s.) müşrikler, yahudiler ve hristiyanlar ile ilişki içinde olmuş ve onlar kendilerine saldırmadıkça onlarla barış halini daima korumuş ve hatta bazılarına karşı diğerleriyle ittifak kurmuştur. Daha da ötesi Resulullah (s.a.a.) örgütlenmedikleri sürece münafıklara dahi ses çıkarmamış ve onları ümmetin bir parçası saymıştır.Bu hakikatlere bakarak acaba bizlerin müşriklere, yahudilere, hristiyanlara ve münafıklara (siyasi yönetimlerdir kastımız, halklar değil) minnet duymamız ve onları sahiplenmemiz mi gerekmektedir? Resulullah (s.a.a.) devlet başkanı olarak onlarla irtibat kurdu diye mesela onların sınırlarında yaşayan müslümanların da onların varlığına razı olmaları gerekmekte midir?
Bunun cevabını Hudeybiye anlaşmasından sonraki “Ebu Cendel” vakasından çıkarabiliriz ki Resulullah (s.a.a.) o anlaşma gereği Ebu Cendel’i müşriklere teslim ettiği halde O, onların elinden kaçıp onların ticaret kervanlarına saldırmış ve onları asla meşru görmemiştir. O halde İslam İnkılabının anlaşma yaptığı Rusya vb. ülkeleri bizim dost bilmemiz gerekmemektedir. İnkılap devlet olma gereğini yerine getirse de bizim böyle bir sorumluluğumuz yoktur ve Rusya gibi siyonizmin dostlarının oyunlarını ifşa etmemizde de sıkıntı yoktur. “Rus ayısı” yazımızda bu yüzden Rusya’nın amacına değinmiştik ve bu yazımızda da uçağını neden “düşürttüğüne” değineceğiz.
“Düşürttüğüne” diyoruz çünkü bir iki ay önce süfyaniyi öven, ona cami açtıran ve daha geçen haftalarda G20 toplantısında aile fotoğrafı çektirenlerin düşman olduklarına inanmıyoruz. Aksine “insanlığın(!) ortak dili” ile anlaşanların, insanlık için çok korkunç sonuçları olacak yeni planlamalar yapmak adına bir araya geldiklerini düşünüyoruz. Bu yüzden Bayırbucak’ta Direniş Cephesinin eliyle ölenlerin, süfyaninin elini sıkarak onunla tercümansız konuşanlarla aynı yolun yolcusu olduklarını biliyoruz. Ve şimdi resmin ikinci kısmına geçiyoruz.
11 Eylül gibi bir filmin çekimlerine şahit olan bizlerin aslında artık batıl devletlerin bu tür sahtekarlıklarına kanmamamız gerekmektedir. Geçenlerde Fransa’da tezgahlanan aynı oyunun bu sefer farklı bir versiyonu çok daha tehlikeli bir biçimde yaşadığımız topraklarda sahneye konmuştur ki bu oyunun kurucuları Putin ve Süfyandır. Siyonizm, varlığı gereği kendinden başkasına hayat hakkı tanımayan ve bunu “225 milyon insan” planıyla ortaya koyan tüm insanlığın düşmanı bir hastalıktır. Bu hastalık son iki yüzyıl içinde o kadar çok savaşa imza atmıştır ki bu savaşlarda milyonlarca insan ölmüştür. Savaşı tezgahlayan siyonistlerin bu savaşlar neticesinde devletlerin hazinelerine ve tüm kaynaklarına el koydukları bilinen bir gerçektir. Ama en önemli hamlelerini 1. Dünya savaşı ile başlatmışlar, güçsüz düşürdükleri ümmetin kalbine siyonistlerin akınını böylece kolaylaştırmışlar, 2. Dünya savaşı ile de habis rejimin kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu savaşlarda siyonistlerin burnu dahi kanamadığı halde milyonlarca insan ölmüş, yerlerinden ve yurtlarından edilmişlerdir.
Ama siyonist plan henüz tamamlanmamıştır. Büyük İsrail adını verdikleri devlet için kendilerinin anavatanı saydıkları topraklarda daha büyük sorunlar ve savaşlar çıkartarak halkı katletmeyi ve böylece hedeflerine daha çabuk ulaşmayı istemektedirler ki bugün şahit olduğumuz savaşların da kaynağı budur. Direniş cephesi, güle oynaya gittikleri yolda ayaklarına batan diken olmuş, bütün planları aksamıştır. Ta ki süfyaninin iş başına gelmesine kadar. Süfyaninin önderliğinde yeryüzünde yine ekine ve nesle hücum eden siyonistler, tehir ettikleri planlarını tekrar işlevsel hale getirmek için yeniden atağa kalkmışlardır. İşte 1. ve 2. dünya savaşlarında ulaştıkları hedeflerin benzerini bugün 3. dünya savaşı çıkararak elde etmeyi umut eden, bu arada ölecek milyonları umursamayan siyonistler, bugünde kendi aralarında suni bir kamplaşmanın adımını atıp çıkaracakları çok büyük bir savaşla tüm insanlığa hükmetme amacını taşımaktadırlar. İlk iki savaşın görünen nedenlerine baktığımızda dün yaşanan uçak düşürme olayını da anlamamız o kadar kolay olacaktır. Ve Rusya bu yeni savaşta siyonizmin tüm insanlığa yönelik saldırısının saflarından birini oluşturacaktır. Bu plan doğrultusunda Rusya Direniş cephesinin çöküşünü hızlandıracak olan “Almanya” görevini görecektir. Yani dünkü olay tüm insanlığın içine çekilmek istendiği çok büyük bir savaşın (bizim beklediğimiz manadaki hak- batıl savaşının değil, aksine batılın tezgahlayıp halklara dayatmış olduğu ve sonucunda sadece halkların zarar göreceği batıl-batıl savaşının) ön hazırlığıdır. Böylece direniş cephesinin gücü kırılacak ve dünya halklarının zenginlikleri siyonist rejimler arasında tekrar paylaşılacaktır. Üstelik büyük siyonist şebeke de kurulmuş olacaktır.
Niyetlerinin bir kısmının bu olduğuna eminiz. Ama şunu da biliyoruz ki bu sefer ümmetin başında saray sahibi padişahlar değil Resulullah’ın (s.a.a.) torunu İmam Ali var. Bu seferki danışıklı döğüşün karşılıklı iki safının ikisine birden karşı durabilecek İslam İnkılabı ve Direniş cephesi var. Ve bu sefer son sözün sahibi, ilk sözün sahibine iman edenler olacaktır.
siyasetmektebi.com