ALEMİN ATEŞİ YÜKSELİYOR…

Alemi sağir olan “insan” o kadar muhteşem yaratılmıştır ki bünyesindeki her hücrenin, her organın ve uzvun ayrı bir yeri ve önemi vardır ve başıboşluk bu bünyenin doğasına aykırıdır. Hem maddi hem de manevi anlamdaki bu mükemmelliyet “insan” denen canlının tekamülünün de en önemli nedenidir. “İnsan”, hem yukarı hem de aşağı doğru hareket kabiliyetine sahip olan ve bu hareketinde de diğer varlıkların sınırlarını çok rahat bir şekilde aşabilen ve kendi sınırlarını kendi çabası ile tayin eden yegane varlıktır.
Çünkü “insan” hareketinde yani tekamülünde durmadıkça sınırına da ulaşmış olmayacaktır. Maddi bünyede başlayan bu hareket o bünyede neşv-u nema bulan ruhun kemale doğru hızla yol almasıyla hem maddi hem de manevi kabiliyetlerin artmasına, cismen ve ruhen “insan”ın güçlenmesine vesile olmakta, “insanı” karşılaşabileceği tehditlere karşı güçlü kılmaktadır. Zaten bu tekamül özelliği ve yaratılıştan gelen mükemmelliyetten dolayı da “kendini (nefsini) tanıyan Rabbini tanır” buyurulmuştur zira bedenin ruha hazır olmasıyla birlikte başlayan süreçte hem bedenin hem de ruhun güçlenmesini sağlayan sebepler bütünü alemi var eden “ilk sebep”ten ayrı olarak ele alınırsa açıklanamayacaktır. Materyalist felsefeye gönül vermiş bilimin ve bilim insanlarının insanı anlama noktasında (üstelik sadece fiziki olarak) düştükleri çıkmaz da bundandır. Çünkü hiçbir materyalist anlayış böyle mükemmel bir organizasyonun nasıl oluştuğuna dair dişe dokunur bir cevap verememektedir.
Aksine her devirde yeni bir özelliği keşfedilen “insan” karşısında çaresizliklerini ikrardan başka bir yol bulamamaktadırlar. Mesela bedeni gücü yeme içme mevzusuna bağlayanların insanların açlık grevlerinde 50 hatta 60 gün aç kaldıkları halde direnebilmelerini, veya İmam Ali’nin (a.s.) ömründe neredeyse kuru ekmekten başka bir şey yememesine rağmen karşısına çıkan kendisinden genç de olsa babayiğitleri alaşağı edebilmesini, Hayber kalesinin kapısını yerinden söküp kalkan gibi kullanıp sonradan da hendeğin üstüne koyarak müslüman savaşçılara köprü yapmasını açıklamaları imkansızdır. Bunlara göre maddi olarak iyi beslenmeyen bir beden maddi olarak güçlenememelidir çünkü. Oysa hem geçmiş hem de bugün bunun aksini ispatlayabilmiş insanlarla doludur. Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi için Şehit Mutahhari’nin (r.a.) “Ruh’un tahareti” kitabına müracaat edilebilir.
Fakat bizim bugün asıl üzerinde duracağımız konu biraz daha farklı olacaktır. Başta da dediğimiz gibi “insan” alemi sağirdir. Yani küçük alemdir. Alemin özetidir. Yani “insan”daki yapıyı anladığımızda alemdeki düzeni anlamamız kolaylaşacaktır. Bu meyanda geçenler de sosyal medyada karşılaştığımız bir haber ilgimizi çekmiş ve bu konuya eğilmemize vesile olmuştur. O haberde bir Alman doktorun kendi vücudunda oluşan kanser hastalığını vücut ısısını arttırarak yendiği yazıyordu ve deniliyordu ki “kanser tümörleri bağışıklı sistemi ajanları (savunucuları) tarafından tanınmamak için bir nevi maske takmaktadır. Vücut ısısı arttığında (hipetermi) oluşan laktik asit bu maskeyi ortadan kaldırıyor ve kanser hücreleri artık gizlenemiyorlar. Böylece bağışıklık sistemi ordusu bu hücrelere saldırıp onları ortadan kaldırıyor. Ayrıca bağışıklık sistemini harekete geçiren “dendritik hücreleri” hastanın kanında alınıp çoğaltılıp tekrar hastaya enjekte ediliyor ve hastanın kanser ile mücadelesine destek sağlanıyor.”
İşte tam da bu nokta bizim dikkatimizi çekmeye yetti. Çünkü biz bu alemin de aynen “insan” bünyesi gibi hastalandığına ve bu hastalıklarla mücadele eden “bağışıklık sistemine ve ordusuna” sahip olduğuna inanmaktayız ki biz bu orduya “direniş cephesi” diyoruz. Ve bir kanser tümörü gibi bütün cihana yayılan ve kendisini gizlemek için yayıldığı her bölgede o bölgenin rengine bürünen, dünyanın yıkımına, bu alemin hücreleri sayılacak insanların, mazlumların ölümüne, organlar nisbetindeki devletlerin yerle yeksan edilmesine neden olan siyonizmin ancak ve ancak bağışıklık sisteminin (direniş cephesinin) güçlenmesi ile maskesinin düşürülüp tanınabileceğine ve ortadan kaldırılabileceğine inanıyoruz.
Çünkü siyonizmin varlığı alemi güçsüz bırakmakta, takatsiz ve mecalsiz bir yaşama mahkum etmekte ve ölümden daha ağır bir bedel olan zillete düçar etmektedir. Ve bu durum alemin, yaratılış kanunları gereği ateşinin yükselmesine, bünyesine girmiş olan bu tümöre tepki vermesine neden olmaktadır. Şahit olduğumuz bunca zulmün, bunca ihanetin, bunca terörün sonucu olarak alemin yükselen ateşi tıpkı laktik asit gibi siyonizmin maskesinin düşmesine vesile olmakta ve direniş cephesi gibi bir bağışıklık ordusunun harekete geçip siyonist hücreleri tek tek bulup yok etmesini sağlamaktadır.
Bu tür bir müdahale için belki de bu ateşin yükselmesi de bizim için bir hayırdır zira biz “bizim için her şer de bir hayır olduğunu” (Bakara 216) Allah’tan (c.c.) öğrenmiş bulunmaktayız. Ve yüce Allah (c.c.) ateşimiz yükselmeden kurtuluşun gelmeyeceğini “Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara 214) bize beyan etmiştir. Bugün tanık olduğumuz zaferler, şahit olduğumuz ilerlemeler ve zalimlerin içine sürüklendiği zillet de işte bu vaadin gerçekleşmesinin ispatıdır.
Halep ki siyonizmin oynadığı oyun içinde en önemli merkez konumundaydı, yaşadığı onca zulümden sonra, zalimlerin maskeleri düştükten ve direniş cephesinin kahramanlığından sonra kurtarıldı ve siyonizmin ümitleri suya düşürüldü. Aynı zamanda bölge halkından siyonist çetelere gönül verenlerin gönül gözleri açıldıktan sonra fethedildi. Ayrıca direniş cephesinin yani alemin bağışıklık sisteminin merkezi konumunda olan İran İslam İnkılabının ve bu merkezin beyni, ruhu ve özü olan İmam Hamaney’in tabipliği ile bölge halklarının eğitilmesi ve daha sonra savaş meydanına sürülmeleri de tıpkı kandan alınan “dendritik hücrelerinin” çoğaltılıp tekrar kana enjekte edilmesi gibi bir etki yaptı ve siyonist hücreler işgal ettikleri bölgelerde daha fazla ayakta kalamayıp ya zilletle teslim oldular ya da helak olup yol edildiler.
Burada önemli olan konulardan biri de şudur ki bu mücadele için dışarıdan yardım alınmadan, yapay yollara başvurulmadan sadece “bağışıklık sisteminin” gücünden faydalanılarak bu zaferin kazanılmış olmasıdır. Kendisini tabip sayıp bir nevi “kemoterapi” yapmaya çalışarak hem bağışıklık sistemi hücrelerini hem de diğerlerini yok ederek alemin yıkılmasına gayret gösteren kimi ülkelerin de (ki bunlar dost görünen ve zafer yaklaşınca devreye girip “ben yaptım, ben yaptım” demek için kırk takla atan ülkelerdir) çabaları boşa çıkartıldı ve vücudun azaları bir bütün olarak korunmuş oldu.
Zaten materyalist mantık ile olayı değerlendirip fiziksel güçleri karşılaştıranların idrak edemedikleri nokta da bu oldu. İran İslam İnkılabı’nın tek başına bunca cephede üzerindeki onca ambargoya rağmen böylesine adaletsiz bir savaşı nasıl idare edebildiğini, sürdürebildiğini ve dostlarının feryatlarına gözünü kırpmadan “lebbeyk” diyebildiğini bir türlü anlayamadılar. Oysa tarih okumuş olsalardı Hayber kapısını yerinden söken ile yeni Hayber’in kapısına yaklaşmakta olan Ali’inin bir olduğunu, aynı nurun ve ruhun devamı olduğunu ve dünyalıkları red ettikleri için dünyanın onların emrinde olduğunu anlarlardı ve İslam İnkılabının gücünün kaynağını İmam’dan aldığını bilirlerdi.
Sözün özü şunu demek istiyoruz ki bunca yaşanılan zulümlerin akıbetinin kurtuluşa olacağını kendi bünyemize bakarak da çıkarabiliriz ve kendi bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için çabaladığımız gibi alemin bağışıklık sistemini de güçlendirmek için çaba göstermeliyiz. Bağışıklık sistemi güçlü olan bir alemin zihni ve ruhu da güçlü olur ve basireti ile içine sızmış olan tümörleri tek tek keşfederek ortadan kaldırır. Ümitsizlik ise direncimizi kıracak en tehlikeli düşmanımızdır. 6 yıllık savaşta bizi ayakta tutan direniş cephesine (bağışıklık sistemimize) olan ümidimizdir ki bugün o ümidin meyvelerini almaktayız. Unutmayın ki;
“Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler…
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler”
Erzurumlu İbrahim Hakkı
siyasetmektebi.com