“A” DEMEKTEN KAÇINANLAR…

Bazen gün doğar ama o güne hazır olmayanlar için gözler geceye bakar ve açılmak istemez bir türlü yeni günün yükleyeceği sorumluluklar dünyasına. Güneş ısıtsa da yeryüzünü, zemheri kaplar kimilerinin yüreklerini ki yolları kapanır da ulaşamazlar hakka bir türlü. Onca çiçek açar arzda, onca bülbül öter güllerin yanı başında ve canlanır kainat silkinerek kara kışın izlerinden ama kimileri için idrakin saati durmuştur. Ya atalarının zamanını göstermektedir o saat, ya da yeni nesil şeytanların elindedir ayarı. Habire geri kalmaktadır, habire yanlışı göstermektedir zihne ve ruha. Gün içerisinde dahi tutturamamaktadır iki kere doğruyu ki ne zaman doğruya yaklaşsa yanlışa çevrilmektedir akrep ile yelkovanın yönü. O akrep ki zehiri ile belirlemektedir kalplerin zamanını, yuvasıdır küfrün ve nifağın sarayları. Benlik diyarının evidir bencilliğin şatafatlı “külliyeleri”. Akrepler yetiştirip salarlar “içi boş evlere” ki sahiplerinin “kalpleri temizdir” her daim. Ve zaman, zamanı şekillendirmek için kurgu “ustası” olanların hayranlığıyla zehirlenenler için durmuştur artık. Hakikat, bu zamanın “bir varmış bir yokmuşudur” zaten.
Böylelerine sabrın da gücü yetmez bazen. Bazen dil tutulur, nefes kesilir inkarın şiddeti karşısında ve sözlerin umudu tükenir, oturup gözyaşı dökerler çarptıkları duvarların acısından. İsyan tankı ve topuyla yüklenir vicdanlara ve haykırmak ister bu tiplerin yüzlerine “ne haliniz varsa görün” diye. Ama insaf set çeker, merhamet ordularını gönderir ayet ayet ve isyan yenilir ki yenilsin inkarın “sultanları”. Yine de “bu kadar açık bir hakikat nasıl inkar edilir” diye sorar insan olan kendine. Anlamamaya kurulu zihinlere anlatamamanın acısı kaplar tüm benliğini, tırnakları sökülürmüşcesine. Oysa “karanlıkta karaya ak diyenlerin” utanmadığı bir dünyadır bu bu dünya. Devran “hakikate sırtını dönüp giden sağırların” ve “öldüğü için çağrıyı duyamayan ölülerin” (Neml 80) devranıdır. Dünya ile hafifleyenin sırtından ilk attığıdır iman. İmanın sürgününde yerleşik hayata geçendir inkar. Öyle ki devletleşir, başkan olur, saray yapar. Ve sorumsuzluk nehrinde yıkar beş vakit yaşayan ölüleri ki hakikatten arınsın bütün hücreleri. Kainat iman ederken ve iman ile dönerken cihan, duymasınlar ve görmesinler diye zikredenleri, gözlerine mil üstüne mil çekilir mal sevgisi ile ki hırsın ateşinde kızdırılmıştır “ustaca”.
Bu bilmek istememe durumunun tezahürü olan inkar ile ilgili Şehit Mutahhari (r.a.), “Ahlak Felsefesi” kitabında Morris Materling ismindeki bir filozofun sözlerini naklettikten sonra bir hikaye anlatır ki özetler aslında bugünümüzü. Üstad Mutahhari (r.a.) der ki; “Morris Materling, bal arılarının hayret verici dünyalarını anlatıp onlardaki mucizevi yaşamı ortaya koyduktan sonra “bu bilgileri onlara arı kovanı vahyediyor” der” Mutahhari (r.a.) inkarın bu aşamaya gelmiş haline veryansın etmektedir haklı olarak. Hakka bu kadar yaklaşan birinin, bir anda haktan bu kadar uzaklaşması için cidden eğitim alması gerekmektedir aslında. En baştan itibaren hakkı anlatıp sonu inkara bağlayanların durumudur içler acısı olan. Doktordur ama yanlış ilaç içmekte ısrar etmektedir zira. Bu durumun nedenini izah için de Mutahhari (r.a.) bir hikaye nakleder hemen ardından ve der ki; “Zeki bir çocuk okula gönderilir. Öğretmen ona “Yavrucuğum A de” der. Çocuk konuşmaz. Öğretmen “bu çok basit bir şey A de” diye tekrarlar. Çocuk yine söylemez. Öğretmen her ne kadar tekrar tekrar söylese de, o söylemez. Başkaları gelir, annesi ve babası gelir, “Yavrucuğum! Çok zeki bir çocuk olan sen, çok rahat bir şekilde A dersin. Haydi A de” diye ısrarla söyleseler de çocuk yine söylemez. En sonunda “neden söylemiyorsun” diye sorarlar. Çocuk şöyle cevap verir: “A demekle iş bitmiyor, A dedikten sonra bana “B de” diyecekler; B’yi der demez, hemen “C de” diyecekler; C’yi de söylesem bu sefer, “D de” diyecekler. Bundan dolayı baştan A demiyroum ki sonucunda rahat olayım. Şayet A diyecek olursam, bu artık buradan oraya ulaşıncaya kadar benim, gençlik yıllarımın okulda harcanması demektir.” İşte Materling de Allah düşüncesinin ortaya gelip konuşulmasından kaçındığı için konu buraya gelince “Bal arısına vahyeden kovanın ruhudur” demektedir.
“Peygamberi, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları halde kendilerine yazık ederek iman etmeyenlerin”(En’am 20) tüm yeryüzünü fitne ve fesatla doldurduğu günümüzde, çevremizde “A” dememek için inat eden ne çok yaşayan ölü var değil mi? Hakikati her şekliyle hissedip bütün delilleri gördükleri halde, hakikatin ilk harfi olan “La”yı söylemeyerek, hakikatin bütün alfabesinden uzak kalmaya çalışan ve bu şekilde rahatlıklar ve nefsani arzular üzerine kurulmuş olan dünyalarını garanti altına alan ne çok “bilip te bilmemezlikten” gelen var. Cehaletin dahi ellerinde çile çektiği Ebu Cehillerin ardısıra gidip, uyanmamak için pencerelerindeki siyah perdelerini açmayan ve güneşin nurunun ruhlarına sinmesine müsade etmeyen ne çok saray sahibi var çevremizde öyle değil mi? Bazen din iman konusunda öyle sözler ederler ki tam da anladı diye umutlanırken bir anda saatlerini yine geriye alıp geçmiş azgınlaşmış nefislerin peşinden giderek kendi nefislerine yer yurt aramaya çalışırlar ki meselenin cehalet olmadığını anlarız o anda. Cehalet kimi zaman bunların arkasına sığındıkları sorumsuzluk kalkanıdır. Cehalet bu tiplerin maskesidir nefislerini ihya etmek için arzı endam ettikleri yeryüzünde. Zaten cahil olduklarını da pek kabul etmezler ya. İş detaylandığında “o kadarını Allah (c.c.) bilir” derler. “Ameller niyetlere göredir” elbet bunlara görede ve bunlar iyi niyetle peşi sıra giderler süfyaninin attığı her adımda.
İkbal’in dediği gibi “kıyam vaktiydi, oysa cahil secde etti”. Cahil cehaletinin tutkunu oldu çünkü. Nefsi büyüdü cehaletinin yedirdiği dünya ile. Nefsi daha büyük nefislerin iktidarında özgür oldu hem dinde hem dünyada. Artık hiçbir uyarıcının uyarması etki etmemekte. Hiç kimse “A” dedirtememekte, alfabeyi öğrendiğinde kurması gereken cümlelerin şiddetiyle rahatı kaçacaklara. “Kalplerini temiz” tutmanın zihinlerini boş tutmaya bağlı olduğunu bilenlerin, hakkı bilmelerini beklemek artık boşa kürek çekmektir zira. “Cübbeli” cübbesiz, cehaletin meddahlarına gönül verenlerin ruhlarında dirilişin ve direnişin tohumu çürümektedir bu asırda. Boyun eğmenin ekmeğine sahip çıkmak demek olduğunu tebliğ eden dinin müntesiplerinin imanlarının şartlarındandır cehalet ki, “A” demek akıllarına gelmesin ve o akıllardan batıl için uygunsuz düşünceler şekillenmesin. Bu yüzden kıyamı unutanların batıl olmakta namazları. Kıyamsız namazların secdeleri ise saraylara sütun olmakta.
Oysa varlığını midesine değil ruhuna bağlayanların diyarında ezberlenmekte hakkın “a dan z ye” alfabesi ve türlü türlü cümleler kurulmakta öznesi kıyam ve direniş olan. İlim cehaletin boğazını sıkmakta ve asmakta fezaya gönderilen uyduların kurduğu dar ağaçlarında. Uyku gece namazlarıyla bölünmekte ve her namaz kıyam ile başlamakta direniş yurdunda, ki yıkılmakta masallardaki devlerin yüreklerde kurdukları saraylar. Kaf dağını delmekte insan olma şuuruna varanların kalemlerinin yazdıkları her harf. Kaf dağı yerle yeksan olmakta Hira karşısında. Vakti geldikçe açan her çiçeğin farklı ama güzel kokuları sarmakta bütün arzı ve her çiçek baharı muştulamakta berfinin peşinden giderek. Perdeler yırtılmakta ve nur doğmakta odalarımıza doğudan, gözlerimizden uzaklaşmakta giryan. Heyhat! denmekte cehalete ve cehaletin “ak” yüzlü neferlerine,sevenlerine, övenlerine ve insan olma şuuru ile beslenen insanlar doldurmakta meydanı.
O halde böyle bir devirde “A” demekten korkmamak lazım ki “la” diyebilelim. Dünyayı sunanların, sunduklarını dahi çaldıklarının farkına varabilmek için açalım idraklerimizi ve serbest bırakalım zincirlenmiş izanımızı. Basiretimizi takviye edelim “gören ve duyanın” emirlerine kulak vererek. Hep hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamayı öğretenlere yarın öleceklerini hatırlatalım. İmtihan tarlasını boş bırakmayalım ki hasat mevsiminde ellerimiz boş kalmasın. Bunca değer verilen yeryüzünün halifesini, sultanlara baş eğen köleye çevirmeyelim. Ve, gelecek, “La” diyebilenlerindir unutmayalım…
siyasetmektebi.com