Gündem AnalizSon Yazılar

3. DÜNYA SAVAŞI…

Varlıklarını kan dökmeye borçlu oldukları için akan kandan, kana kana içtikleri halde bir türlü doymak nedir bilmeyen zalimlerin, azınlıkta bulundukları dünyada çoğunluğu dizginleme, köleleştirme ve yok etme aracıdır savaşlar ve bu yüzden hep karanlık mahfillerde, bilmem kaç bin odalı sarayların gizli mahzenlerinde tasarlanarak hayata geçirilirler ki hayatı onu yaşamaya layık olanların elinden alıp ona düşman olanların eline teslim edebilsinler ve ölüm yeryüzünde geçerli tek mevsim olsun, bu mevsimin habis ağaçlarında yeşersin zillet ve çaresizlik meyveleri. Umudu bütün mazlumların gözleri önünde dara çekerler ki bu dünyada rahat yüzü nedir bilmesinler, beklemesinler özgürlüğü ve köleliğin yaşamın “fıtratında” olduğunu düşünsünler.

Savaşlara karar verenlerin veya savaşlar ile karar verecek mevkilere çıkanların günlerini gün ettiği bir dünyada, onların varlığına ses çıkarmayan mazlumların barut kokusunu, parçalanmış bedenleri, tar-u mar edilmiş evleri ve yağmalanmış memleketleri kanıksamaları ve sevdiklerinin bedenlerini bir bir toprağa verirken bile bunu “feleğin bir cilvesi” ve dünyanın adeta kaçınılmaz bir gerçeği gibi telakki etmeleri, bundan dolayı da kendileri gibi mazlum olanların kanını dökmek için meydana çıkarlarken hem kendilerini hem de karşı tarafı meydana sürükleyen zalimlerin niyetlerini fark edememeleri ne yazık ki yukarıda bahsettiğimiz “kan bağımlılarının” planlarının çoğu zaman başarıyla hayata geçirildiğini göstermektedir.

Bu planlar asırlardır başarıyla uygulanmıştır çünkü zalimler savaşları açarken kansızlıklarını sebep olarak göstermemiş, aksine insanların kanlarına dokunacak ve onları harekete geçirecek nice bahaneler üretmiştir. Kimi zaman vatan, kimi zaman din, kimi zaman mezhep veya ırk vb. sebeplerle yaratılışta kardeş olanları birbirlerine düşman edip savaştırmış, özellikle Belam’lık kurumlarının yardımıyla bu sebeplere ulvi giysiler giydirip kendisinden daha değerli hiçbir şey olmayan “mazlumların canlarının” katlini meşru göstermişlerdir. Yaratılışı gereği bütün mahlukata yetecek rızkı üzerinde barındıran dünyanın doyuramadığı tek varlık olan zalimler ve onların, rızkı onların elinde zanneden uşakları, yeryüzünün bütün zenginliklerine göz koydukları için o zenginliklerin bulunduğu her mekanı ele geçirme hevesi ile açtıkları savaşlarda dökülen kanlar okyanusları dolduracak kadar çok olsa da zulme meyledenlerin “yüreğini soğutamamıştır.”

Özellikle son 1-2 asırdır gelişen savaş teknolojisinin de yardımıyla her savaşta milyonlarca kişiyi katleden, 1. ve 2. dünya savaşlarını “ata topraklarını” yeniden ele geçirmek için gerçekleştiren, dünyanın her yerinde hak iddia edip her karış toprağa gemilerle, uçaklarla ölüm taşıyan, gelecekte kendilerine karşı gerçekleşebilecek kıyamları engellemek için insan nesline müdahale eden, gözleri kokutan, açlığı yayan, yokluğu, yoksulluğu ve yoksunluğu mazlum halklara gıda diye dağıtan zalimlerin, bütün bu cürümlerine rağmen hâlâ 3. dünya savaşından bahsetmelerinin, insanlığı 3. dünya savaşıyla korkutmaya çalışıp aba altından sopa göstermelerinin nedeni de işte yukarıda bahsettiğimiz o doymak nedir bilmeyen nefisleri ve dinmek nedir bilmeyen kinleridir.

Çünkü mazlumlarla ve bu mazlumların temsil ettiği “insan” ırkıyla, zalimlerin ve zalimlerin temsil ettiği “şeytanilerin” savaşı bir varoluş savaşıdır. Aslında yaşanan hiçbir savaş yeni değildir, yeni yeni oluşmamıştır. Yaşanan savaşların tümü tek bir savaşın farklı cepheleridir ki o savaş da Hak-Batıl savaşıdır. İnsanoğlu yaratıldığı ilk andan itibaren bu savaş ona itaat etmesi gereken iblisin isyanı ile başlamış ve iblisin komutasına geçen insanlığın ahmak ve haris hainlerinin eliyle yeryüzünün her bölgesine yayılmıştır. İnsanlık ve iblislik tarihi başından itibaren bu savaşla yazılmış ve her sayfa gece ile gündüzün, nur ile karanlığın amansız mücadelesine şahit olmuştur. Toprak, ateşin üzerine her düştüğünde onu söndürmüş fakat toprağın bazı bölgelerinde yer altında bulunan magma her bulduğu çatlaktan tekrar yeryüzüne çıkmayı başarmıştır. Son ana kadar da bu savaş böylece devam edecek ve secde etmesi gerekenlerin alınları “insanın” önünde yere değdiğinde yeryüzüne huzur gelecektir.

Çünkü şeytaniler, insanlığın nefsi hükmündedir ve onlarla barış son nefese kadar mümkün olmayacaktır. Bir anlık gaflet bile onların insanlığı hedefinden uzaklaştırmalarına ve asıl düşmanlarına dost kılmalarına yetecektir. İnsanlığın ruhu, aklı ve onuru olan direniş cephesinin, insanlığın kalbini ele geçirmeye çalışmasının yegane nedeni de budur. O kalpte şeytanilerin varlığı kara bir leke gibi kalbi saracak ve insanlık insanlığından uzaklaşacaktır. Buna müsaade edilmemeli ve her mekan ve meydanda bununla mücadele edilmelidir. İnsanın nefsiyle mücadelesi nasıl ki bireysel anlamda “büyük cihad”tır, insanlığın kendi nefsi mesabesinde olan zulümle mücadelesi de genel anlamda “büyük cihad” hükmündedir. Mesela İmam Hüseyin’in a.s. varlığı nur olduğundan dolayı önce nefsine karşı kıyam edip “heyhat, minezzileh!” diye haykırabildiği için, yeryüzünün zalimlerine karşı da aynı haykırışı izzetle, şecaatle ve hamasetle gerçekleştirebilmiş, bütünüyle kararacak olan insanlığın kalbine hiç sönmeyecek olan nuru yerleştirmiştir. Öyleyse insan her daim iki savaşın muhatabıdır; bir kendi nefsi ile olan savaş ve diğeri de insanlığın nefsi ile olan savaş. Bu iki savaş birbiriyle bağlantılıdır ve ikisinde de sulh olmayacaktır.

İşte tüm bu mücadelelere aşina olduğumuzdan dolayı bizim için “3. dünya savaşı çıktı, çıkacak” vb. sözlerin, tehditlerin kıymeti yoktur. Biz yaratıldığımızdan beri zaten bir savaşın içindeyiz ve zaten ölüm kalım mücadelesi vermekteyiz. Sadece bir farkla ki o da şudur; biz, yukarıda bahsettiğimiz gibi zulmün saraylarında tezgahlanan ve yine zulmün geleceğini garanti altına almaya çalışan savaşların taraflarından biri değil, hak-batıl ve zalim-mazlum savaşının taraflarından biriyiz ve nefes aldığımız her an hakkın galibiyeti için mücadele etmeye azimliyiz. Suni savaşlardan değil gerçekte var olan savaştan bahsetmekteyiz ve bizim savaşımızda hiçbir saray ayakta kalmayacaktır. Biz “dışı süslü içi leş dolu olan mezarlara benzeyen” saraylardan gelen emirlerle değil, bizim gibi yaşayan, bizimle aynı dertleri paylaşan ve bizden olanların emirleriyle doldurmuşuz her cepheyi. Danışıklı döğüşlerle mazlumları şamar oğlanına çevirenlerin önce elleridir hedefimiz sonra kalpleri ve beyinleri. Tüm yeryüzünü “insanlığa” hizmet eder hale getirip, şeytanı diz çöktürmeden de bitmeyecektir kıyamımız.

O halde 3. dünya savaşının çıkmasıyla bizi tehdit etmenin ne manası vardır? Bunun “imanımızı arttırıp, Allah c.c. bize yeter, O ne güzel vekildir” (Al-i İmran 173) zikrini terennüm etmemize vesile olmaktan başka bir etkisi yoktur ki bizim için. Çünkü biz biliyoruz ki “biz Allah c.c. içiniz ve yine O’na c.c. döneceğiz” (Bakara 156) ve bu yüzden “bizim namazımız, ibâdetlerimiz, hayatımız ve ölümümüz âlemlerin Rabbi olan Allah c.c. içindir.” (Ena’am 162) Biz ta başından beri “canlarımızı ve mallarımızı Allah’a c.c. satmışız” Tevbe (111) ve “sıramızı beklemekteyiz” (Ahzap 23). Şu an tüm cephelerde bütün olumsuzluklara rağmen insanlık adına şeytanilerle bil-fiil çatışan kardeşlerimize bakarak anlayabilirsiniz ne demek istediğimizi. Bu yeryüzü bizimdir ve siz bize secde edeceksiniz yoktur bundan ötesi bizim için.

Eğer “3. dünya savaşı çıktı, çıkacak” vb. sözlerle dostlarınızı uyarmak ve teyakkuza geçirmek istiyorsanız da bilin ki bizim sizler için hazırladığımız “besili atlarımız” (En’am 60) var ve bu imkanlarımızın hepsi Allah’ın c.c. izni ile “kurşunla kenetlenmiş bir bina gibi saf tutan” (Saff 4) kardeşlerimizin elinde bulunmaktadır. Güç de kudrette Allah’a c.c. aittir ve sizin elinizden “Allah’ın dinine yardım ettikleri için Allah’ın c.c. kendilerine yardımda bulunduklarına” (Muhammed 7) karşı hiçbir şey gelmeyecektir. Çünkü “zafer” utanacaktır sizin safınızda bulunmaktan ve yaratılışına uygun olarak geçecektir hakkın safına.

Bu yüzden size tavsiyemiz ateşte yanan toprak olup, kuruyup “çatlayacağınıza”, ateşi söndüren toprak olmaya niyetlenip secdeye nasıl varılır şimdiden öğrenmenizdir. Güneşin kendileri için çoktan “batı”dan doğduğu zalimlere aldanıp da yönünüzü ve kıblenizi şaşırmayın. Güneş “doğudan” doğmakta, gün ağarmakta. Ya açarsınız gözünüzü ışığının farkına varırsınız ya da bütün cisminizle yakıcılığını tadarsınız. Bu nur, ateşi de yakan nurdur bilesiniz…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı